29 Haziran 2013 Cumartesi

Kumar Oyunlarında Rakamların Gizemli Dili

Aşağıdaki yazıyı büyük bir AVM’nin mescidinde gördüm. Okudum, bana çok ilginç geldi, sizinle de paylaşmak istedim. Buyursunlar;
Müslüman kardeşim.
Üç beş dakikanı lütfen bana ayır. Şu satırları Allah (c.c.) rızası için oku, insanları Allah’ın (c.c.) dininden, imanından, Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) yolundan ayıran haneleri, cemiyetleri yıkan kumar hakkında biraz hasbihal edelim. Bil ki, Müslümanların en azılı düşmanı Yahudilerdir. Bakınız Yahudiler, Yahmud isimli kutsal kitaplarında biz Müslümanlar için ne diyorlar: ‘Nasıl insan hayvandan üstünse Yahudiler de Müslümanlardan üstündür.’ Şimdi bir kere bütün kumar oyunlarını Yahudilerin icat ettiğini hatırlatalım. Acaba Yahudiler çeşitli kumar oyunlarını niçin icat etmiştir? Hiç düşündünüz mü? Tüm kumar oyunlarındaki sayılar İslam’ın mukaddes rakamlarına karşı hazırlanmıştır.
Tavla oyununu ele alalım; 15 pul bir tarafta, 15 pul diğer tarafta olmak üzere 30 pul, 2 de zar, eder 32. Bu rakam İslam’ın farzlarına tekabül etmiyor mu? Sen tavla oynarken namazın, abdestin, imanın, İslam’ın şartlarıyla oynadığını biliyor musun? Niçin 31 veya 35 olmamış? Bu bir tesadüf mü acaba? Şeş, düşeş ve zar oyunu iki zar ile oynanır. 6 bir tarafta, 6 diğer tarafta. Toplamda 12 yapar. Bu rakam namazın farzlarına karşılık gelir. Yahudi seni namazın farzlarıyla oynatıyor. Hem de namazından, imanından alıkoyuyor. Tavla: Bundaki sayıları düşün; 1 Allah, Dü 2 teyemmüm farzı, Se 3 guslün farzı, Cehar 4 abdestin farzı, Penç 5 İslam’ın şartı, Şeş 6 imanın şartları.


Kâğıt oyunu: 52 kâğıtla oynanır. İki de joker, etti 54. İslam’da 54 farz vardır. Evet 52 52=104 yapar. Bu sayı neye işarettir? Allah’ın (c.c.) gönderdiği 104 kitaba işaret değil midir? Neden 105 ya da 102 olmamış da, 104? İşin içinde çok sinsi bir kurnazlık olduğu açık değil midir? İskambil: 28 kâğıtla oynanır. Bu da Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen peygamberlerin sayısıdır. Sen iskambil kâğıtları yerine önündeki masaya Hz. İsa’yı, Hz. Musa’yı, Hz. İbrahim’i ve en acısı Kâinatın Efendisi Hazreti Muhammed’i (s.a.v.) vurduğunu biliyor musun? Yahudi’nin sana neler yaptığının farkında mısın?

Yahudilerin Müslümanları nasıl sürüklediğini, nasıl imanından ayırıp kendine köle yaptığının farkında mısın? Yahudi seni saatlerce kumar masasında oturtup imanından ayırırken, kendisi milyarlık tesislerde silah ve cephane fabrikaları kurarak dünyadaki Müslümanlara kan kusturuyor. Tevbe et canım kardeşim!
(Adnan Öksüz, Eylül 2012)

Bazı İnsanlar

Bazı insanlarla iletişim kurabilmen, sadece onlarla aynı fikre sahip olma oranına bağlıdır.

Onlarla aynı düşünceleri paylaştığın ölçüde anlatabilirsin derdini onlara. Eğer onun doğru kabul ettiklerine ters bir şey söylersen, o noktadan itibaren kendini savunma moduna çeker. İstersen dünyanın en mantıklı izahlarını getir, dünya dönüyor de, o sırf sana zıt gitmek için dünyanın dönmediğini savunmaya başlar.

Bazı insanlar sırf kendi konuşma sırası gelsin diye dinlerler seni.

Dinlemek de değildir bu yaptıkları, olsa olsa beklemektir.

Sen siklerinde olmazsın onların fikirlerine ters düştüğün anda, istediğin kadar akla ve mantığa dayan, eğer onun doğru bildiği şeyin tersini savunuyorsan, o noktadan itibaren sen orospu çocuğusundur.

Bazı insanlar böyledir.

Batman Dark Knight'ı seyredeli yıllar oldu ama geçen gün durup dururken bi sahnesi geldi aklıma. Bizim Batman bi ara kendini sorguluyodu, mücadele ettiği kötü insanların "amacını" sorguluyordu, "iyi de moruk, neden?" diyordu. Yardımcı erkek oyuncu abimiz Michael Caine de çok güzel açıklıyordu durumu.


(Görsel olsun diye koydum resmi amına koduklarım, hemen piramit felan aramayın ehehe)

"Some men just want to watch the world burn."

Hoş bi hikâye anlatıyodu Michael Caine, ve sonunu şuraya bağlıyodu: "Bazı insanların amacı ne mantık, ne para, ne de başka bir şeydir. Onlarla hiçbir şekilde uzlaşamazsın. Bazı insanlar sadece dünyanın yandığını görmek ister."

Bazı insanlar böyledir işte.

Bazı insanlara anlatamazsın.

Bazı insanlara da dünyanın en açık seçik delillerini sunsan, yine de kabul ettiremezsin.

Bazı insanlar böyledir.

Bazı insanlar annesi orospu olmadığı halde kendisi bizzat orospu çocuğudur.

Geçen yazıda da belirttim, illuminati.org diye bi site açmış denyonun biri, ve bu siteye girince geri sayım başlıyormuş. O geri sayım da 7 Aralık 2011'de bitiyormuş.

Kıçımı yırtıyorum her asparagas habere atlamayın diye ama bunu anlatmayı beceremiyorum sanırım ya da etkili olamıyorum. Internet'te sikini sallasan bu illuminati.org haberlerine çarpar oldu son günlerde.

Size olacakları söyleyeyim mi?

yırtınsam da, "inanmayın asparagas haberlere" diye sayıklayıp dursa da, 8 Aralık 2011 günü, Allah'ın izniyle hayatımıza yine devam edecez ve göt kafalı ekşiciler "hani geri sayım vardı, bak bi şey olmadı işte, illuminati ne yeeaaa kandırıyolar sizi ehehehe" diyerek o nohut büyüklüğündeki beyinleriyle dünyada siyonizm ve Illuminati diye bir oluşumun olmadığını ispatlamış olacaklar.

Bazı insanlar böyledir.

Bazı insanlara anlatamazsınız derdinizi.

Bazı insanlar sizi dinlemek şöyle dursun, oturup hata yapmanızı beklerler. Ağzınızdan çıkan kelimeleri ayıklarlar içinde hata bulabilmek için, hata bulamasalar da kılıfına uydurup kendilerini haklı çıkarmaya çalışırlar.

Çünkü bazı insanlar orospu çocuğudur.

Satanizm ve New Age hakkında yakın tarihte 2 yazı yazdım. İlkinde, dünya çapındaki New Age tarikatlerini ve dejenere Tanrı inançlarını anlattım. İkincisinde de Burak Özdemir denen şarlatanı anlattım. Bakın bunlar inançlı insanların inançlarını yozlaştırıyorlar, "hepimizin içinde Tanrı var, hepimiz Tanrı'yız" gibi saçmalıklarla beyin yıkıyorlar diye 50 kere tekrar ettim. Buraya kadar "helal olsun dum. Ve sonra aynı havuz probleminin sadece sayılarını değiştirdim. Dedim ki, bakın İbn Arabi denen "İslam alimi"nin de böyle görüşleri var, bu şahsın da İslam'a ve Kuran'a TAMAMEN zıt düşen fikirleri var, o yüzden kimsenin etiketine ve ismine aldanmayın dedim. Ve ekledim; kendi aklınıza ve muhakeme yeteneğinize göre konuşun, başkalarının size "ezberlettiklerine" göre değil...

Ve dakikasında orospu çocuğu ilan edildim.

Bazı insanlara anlatamazsın.

Kafalarına göre Kuran'dan ayetler göstererek bana "gül kokulu hocaefendimiz" prensibine dayanan içi boş argümanlarla savundular İbn Arabi'yi. Kendisinin çok haşmetli bir mutasavvıf olduğunu, benim ise dinsiz cahil salak orospu çocuğu olduğumu dile getirdiler sağolsunlar. Bu konuyu uzatmayacam, çünkü üzerinde durulacak bir konu değil. He önem açısından çok önemli ve üzerinde durulmaya değer bir konu, fakat "kendi" aklına ve zekasına güvenen bir insan için 1 dakikada sonlanacak bir mevzu bu.

Neden mi?

Bak sevgili ezberci kardeşim, 3500 kere Arapça'sını okuduğun İhlas suresi "Allah Samettir" der. Samet nedir? Allah'ın sıfatlarından biri olan Samet; "gücü her şeye yeten, hiç kimseye muhtaç olmayan" anlamına gelir.

Peki İbn Arabi hazretleri ne der?

"Varlığımız onun varlığıdır. Varlığımız açısından biz O’na muhtaç, nefsinden zuhuru için O bize muhtaçtır" (Fususu'l Hikem, 1/83, el Halebi baskısı)

Allah'ın kullarına muhtaç olduğunu söyler Arabi. Çünkü panteist görüşe göre her şey Tanrı'dır. Buna dayanarak İbn Arabi efendi de "biz olmasak Allah var olmazdı, bu sebeple Allah kullarına muhtaçtır" der.

Bu daha neyin mücadelesi?

Daha kimi, neyi, neden savunuyorsun sen?

Kuran ne diyorsa onun %100 tersini söylemiştir İbn Arabi, nokta.
"O çok büyük alimdir, biz anlayamayız"dan başka bir argümanla savunamıyorsun di mi? Valla ben kendi zekâma güveniyorum, sen aksini iddia ediyorsan o senin kendi öz gerzekliğindir, beni bağlamaz.

Ulan Burak Özdemir de mi çok büyük alim?

Onu da mı anlamaya benim aklım ermiyor?

He canım, görürsem söylerim.

İsminin "İbn Arabi" olması, "tasavvuf" adı altında size çocukluğunuzdan beri iyi ambalajlarla tanıtılmış olması, aklınızın ve gözünüzün gördüğü gerçekleri kabul etmenizi engellemesin. "İkra!" (oku, düşün, sorgula, idrak et, analiz et) emriyle başlayan kitabın da sizden İLK isteği bunu kırmanızdır zaten. Bilmediğin dilde ibadet etmekten senin beynin sulanmış arkadaşım, göremiyorsun bunları sen.

Sen "zanna" göre fikir sahibi olmaya devam et, ışık seninle olsun güzel kardeşim.

Ulan 12. yüzyılda yaşamış olsa Arabi'ye "sus kâfir!" diyecek olan herifler, bugün gelmişler kuru sıkı "büyük İslam alimi, haşmetli mutasavvıf" laflarıyla adamı savunuyorlar bana.

Bazı insanlar çocukluklarında ne öğrendilerse körü körüne onu savunurlar, kopamazlar ondan, o göt yoktur onlarda. Güvenemezler "kendi" akıllarına. Fıroyt denen elemanı her seferinde haklı çıkarır bu çocukluk tramvası denyolar.

Bazı insanlar böyledir.

Ama bazıları da değildir.

Şu son haftada "hacı şu derneğe gidiyodum ama yazını okuyunca farkettim ne dolaplar döndüğünü, artık gitmiyorum, beyin yıkıyomuş bu adamlar" gibi kaç tane mail aldım biliyor musun sevgili örümcek beyinli arkadaşım? Onlarca... Mail atmayıp, "delillere" ve "aklına" göre hareket ederek neyin ne olduğunu anlamış olan daha kaç insan vardır sence? Muhtemelen binlerce... Bunu neden anlatıyorum sana biliyo musun? Göt ol da çatla diye.

Çünkü bazı insanlar da "aklına" göre hareket ediyor.

Bu blog'un ilk yazılarında "bir kişiye de ulaşsam kârdır" diyordum. Şimdi ne kadar "zengin" olduğumu görüyor musun? Sen ezbere yaşamaya devam et, bir gün o kokuşmuş, küflenmiş beyin hücrelerinle başbaşa kalacaksın. Belki o gün sen de "sorgularsın", ya da sorgulamayıp daha da saldırganlaşırsın. Alışığız zaten. Senin gibi fanatikler Turan Dursun'un ölümünü de "sevinç" ile karşıladılar zamanında. He ben de katılmam Turan Dursun'un çoğu argümanına, ama fanatik eşşoğlueşeklerden bir farkım var bu konuda; saygı.

Şimdi şu blog az daha popülerleşirse ben biliyorum ki ne cemaatçiliğim kalacak, ne masonluğum, ne de ajanlığım. Gayet farkındayım durumun, vasıfsız ve artniyetli öküzler tarafından yemediğim bok kalmayacak. Zira kibrine mahkum, vasat zekâlı salaklar kabul edemeyecekler sikindirik bir üniversite öğrencisinin, eski kıçıkırık bir inci sözlük yazarının bunları farketmiş olabileceğini. Altında başka bir şeyler arayacaklar.

Bazı insanlar böyledir.
Bazı insanlar 35000 yıl da yaşasalar oturdukları yerden başkalarına bok atmak dışında bir sike derman olmazlar.

Bazı insanlar kötüdür.

He bu sikimde mi? Ehehe, şu an sabah 11, altımda boxer, elimde sigara, "ehelehey" diye ayak parmaklarımı oynatarak Pamela'nın "İstanbul'dan gitmek lazım, rakı balık lazım" şarkısını dinlerken yazıyorum bu satırları. Sen düşün artık bu dalyarakları ne kadar önemsediğimi. Bu hıyarlara cevap veriyorsam, sırf şu "zanna" dayalı hareket eden sığırların gözü boyanmasın, bu topluma egemen olan gerizekalı insan çoğunluğunun kimler olduğunu görsünler diye cevap veriyorum.

Stratejim de bu zaten, kendimi haklı çıkarmakla uğraşacağıma, heryerinden falso fışkıran sığırların haksızlığını ifşa ediyorum. Bu çok daha kolay çünkü.

Sığır.
İyi ki varsın.

Canım benim.

Geçen yazıda yine paragraf paragraf hadiseler anlattım. Üşenmeyip yabancı kaynaklardan fotoğraflar bulup delillere dayandırdım bu anlattıklarımı. Sonra her zamanki gibi nacizane parçaları birleştirdim, bakın görün böyle böyleymiş dedim. Ama hepsini siktir edin, valla bak. Illuminati'ymiş, Rockefeller Kardeşliğiymiş, bunların sonu yok, bunlar olmasa başkaları olacaktı çünkü. Zira İblis bu dünyada hep var, hep varolacak, ona tabi olanlar da hep olacak. O nedenle tüm o anlattıklarımı siktir edin, fakat o yazıda es geçmemeniz gereken birkaç cümle vardı. Yazının en önemli kısmı da orasıydı, aha da şu:
"Ders kitabında ya da televizyonda görmedikçe hiçbir şeyi gerçek kabul edecek cesaretiniz kalmadı mı sizin? Kendi aklınıza ve vicdanınıza hiç mi güveniniz kalmadı artık? Hangi ara bu hale geldiniz ulan?"

Bu kadarını kapmış olsanız bile yeterliydi benim için.

Toplumun bir şeyi doğru ya da yanlış kabul etmesinin, o şeyin doğruluğunu etkileme oranı % 0'dır.

Doğru doğrudur.

Bir kişi bilse bile, hatta kimse bilmese bile, doğru yine doğrudur.

O yüzden, Allah rızası için, ya da hangi değerlere inanıyorsanız onun aşkı için, bırakın başkalarının değer yargılarına göre yaşamayı. Azıcık da olsa "kendi" aklınıza inanın. Elinizde tatmin olmanıza yetecek kadar delil varsa çekinmeyin gerçeği dile getirmekten.

"Ayet" de zaten "delil" demektir, bunu biliyor muydunuz?

Tüm peygamberler de zaten devrimci olmuşlardır. Hz Muhammed keza, yaptığı şey çok büyük bir devrimdir. Yanlışları doğru kabul eden o salak, cahil, köhne topluma karşı mücadele vermiştir. Tıpkı diğer peygamberlerin de yaptığı gibi...

O yüzden, eğer inançlı iseniz, peygamberinize tabi olmak budur işte. Delillere ve aklınıza dayanarak hareket ederseniz, zaten Hz Muhammed'in sizden istemiş olabileceği en büyük şeyi başarmış olursunuz.

İnançlı değilseniz de, tarihte kendinize rol model seçtiğiniz ya da imrenerek baktığınız kişilerin, genelde toplum baskısına baş kaldırmış kişiler olduklarını aklınızda bulundurun.

Anarşist olmak değildir bu, he eğer yanlışları doğru kabul eden gerizekalı kitlelere karşı gelmek anarşistlikse, tüm peygamberler anarşistti o halde? Bob Marley anarşistti? Che anarşistti? Atatürk anarşistti? Nihat Genç de anarşist?

Ehehe.

Ama bazı insanlara anlatamazsın.

Bazı insanlar sadece dünya kendi gibi düşünen insanlarla dolsun taşsın isterler.

Bazı insanlar, insan değildir.


İnsanlıktan bahsetmişken, geçenlerde gözüme takıldı. Geçen sene bugünlerde Hacı Örüç isminde bir vatandaş eve döndüğünde orucunu açacak yemek bulamadığı için intihar ediyor. Yorum yapmak istemiyorum bu konu hakkında, söyleyecek pek söz yok zira. Fakat geçen gün Ekşi'de de başlığını gördüm bu olayın, "iftarda yemek bulamadığı için kendini asan baba" adında bir başlık var ve ilk entry'sinin şu şekilde sonlandığını görünce birden beynime kan fırladı:



Ulan ayı.

Ulan hayvan oğlu hayvan.

İnsan ölmüş, bir insan.

Sen bundan bile kendine bir pay çıkarma, bir çıkar peşindesin.

Sosyalizmi kuracakmış beyfendi.

Sen önce kendi kokuşmuş beynine kur "sosyalizmi". Kendin kölesi olmuşsun kapitalizmin ki ölen bir insanın üzerinden bile çıkar sağlama peşindesin. Ulan kapitalizm dediğimiz şey de "çıkarcılık" değil mi zaten?

Sıçayım senin komünizm anlayışına, kapitalist zavallı.

Böyle bir olayın üzerinden din, milliyetçilik vs propagandası yapan herife de aynılarını söylerdim, en ufak kuşkun olmasın. Zaten şu blog'da karşıma almadığım bi Rafet El Roman kaldı herhalde, onun da konusu geçmediği içindir ehehe.

Babam olsanız tanımam ulan hiçbirinizi. Göte göt derim.

Sonunuz -izm'le bittiği sürece, başınız ne olursa olsun hepiniz aynısınız zaten.

Sizler "kendiniz" değilsiniz, olamazsınız da.

Bazı insanlar böyledir işte.

Bazı insanlar, insan değildir.

Sevgilerimle.

Dayatma

İş kazası bir ip cambazı için ölüm demektir, bankada çalışan gudubet suratlı Neriman Hanım için evrakların üzerine çay dökülmesidir.

Kar yağması bir çocuk için okulların tatil olmasıdır, bir yetişkin için trafiğin içine sıçılmasıdır.


"Başın sağolsun" lafı söyleyen için bir görevini yapma, bir vicdanını rahatlatmadır. Duyan için dünyanın en ağır lafıdır.


Cahile laf geçirememek, Galilei için engizisyon mahkemesine dünyanın döndüğünü anlatmaktır. Bir çocuk için Atari'nin televizyonu bozmadığını babaanneye anlatmaktır.


Kuran, inanmayan için saçmalık, öylesine inanan için evin bir köşesinde durması gereken Arapça kitap, gönülden inanan için lütuftur.


Terörist, bir Amerikalı için Müslüman, bir Türk için PKK'lı, bir Filistinli için İsrail devletidir.


Plüton, 5 sene önce lise giriş sınavlarına hazırlanan bir çocuk için gezegendir, bugün hazırlanan çocuk için değildir.


Savaş, aşırı zenginler için fırsat, generaller için onur, masumlar için ölümdür.


Korsan, yazarlar için hırsızlık, tezgâhtarlar için ekmek kapısıdır.


Huzur, bencil için sürekli cebini doldurup kendini garantiye almaktır. Kalender için tanımadığı üstü başı dağınık bir adama yemek ısmarladıktan sonra cebinde kalan son parayla dolmuşa binmektir.


Mütevazilik, kibirli insan için "mütevaziyim" demektir. Mütevazi adam için "ben de kibir sahibiyim" demektir.


Veli toplantısı, notları iyi olan öğrenci için pek bir şey ifade etmez, notları kötü olan öğrenci için kara kara düşünme zamanıdır.


Bayramlar ailesi olanlar için güzeldir, ailesi olmayan adam için sıradan bir gündür.


Tsunami bir Haitili için korkudur, Yozgatlı için "o ne amağa goyum"dur.


Kurnazlık, bir çocuk için bakkala çaktırmadan içinde taso var mı diye cipsleri kurcalamaktır. Bir bakkal için "kaşarım kötü abi, beyaz peynir keseyim sana" deyip elinde kalan beyaz peyniri kakalamaktır.


Vatanseverlik cahil için ölmektir, kafayı kullanan adam için hayattayken bir şeyler yapabilmektir.


İnternet, ufku dar adam için Facebook'ta okey oynamaktır, ufku geniş insan için bütün dünyaya ulaşabilmektir.


Akıllı çocuk, cahil anneye göre yerinde mal mal oturan çocuktur. Elinde kamerayla "komik bi şey yapsa da internet'e koysam" diye düşünüp bütün gün evladını çeken hödük anne için şımarık çocuktur.


Saygı, cahil müslüman için başka insanların içkisine sigarasına laf atmaktır, akıl sahibi müslüman için müzik dinlerken "ezan mı okunuyor" tereddüttüne düştüğü an müziğin sesini bir an kısıp dışarıyı dinlemektir.


Eğitim toplumun gözünde kolejdir, üniversitedir, diplomadır. Toplumun yanıldığını farkedenler için her türlü yeni bilgi ve fikirdir.


İnsan içgüdüyle doğuştan gelen çok az şey haricinde kendi gözlemleyip yaşadıklarıyla öğreniyor dünyayı. Her insan farklı hayatlar yaşıyor, farklı olaylar gözlemliyor, farklı kişilerle ilişki kuruyor, ve ne gariptir ki her şeyi bu kadar "görelilik" üzerine olan insanın doğruları, doğru kabul ediliyor. Halbuki Plüton 5 sene önce de aynı Plüton'du, şu an da aynı Plüton. Plüton kendini bozmadı, Plüton değişmedi, o her zamanki gibi öyle dolanıp durdu yörüngesinde, değişen sadece insanın doğruları oldu. Bir şeyin "doğru" olması, insanların veya toplumun onu doğru bellemesiyle alakalı değildir. Fakat yine de doğası gereği kusurlu olmaya mahkum insanın doğruları doğru kabul ediliyor bu hayatta. İdamlar, karalamalar, eğitim, adalet hep bu insanın doğrularına göre şekillendiriliyor bu dünyada. Medya, insanların sevmeleri gereken kişileri nefret ettirebiliyor, nefret etmeleri gereken kişileri sevdirebiliyor. Korkmaları gereken şeye alıştırabiliyor, alışmaları gereken şeyden korkutabiliyor. Zira insanlardan oluşan bir dünyanın doğrularını belirlemenin yolu, bu insanlara doğumlarından itibaren bir şeyleri "doğru" diye dayatmaktan geçiyor. İnsan onu doğru kabul ederse, o şey doğru oluyor.


Öyleyse bir soru soracağım.


Ya insanlar yanılıyorsa?

Fark

Tieba gitgide daha da alışmaya başladı büyük çiftlikteki hayatına. Hem daha ağır işlerde çalışmışlığı da vardı, nane tarlasındaki bu işi o kadar da güç değildi. Üstelik nane kokularının arasında çalışmak bir nebze de olsa ona, kazma ve tırmık tutmaktan nasırlaşan avucunun ve geçen hafta yatırıldığı falaka yüzünden sızlayan ayak tabanlarının acısını unutturuyordu. Tieba hem vahşi görünümlü hem de güçlü bir adamdı, bıraksalar bir ayının bile anasını belleyebilecek kuvvetli kolları vardı. Üstelik zeki de sayılırdı.

Hasat dönemiydi, Tieba o gün yarım mina (yaklaşık 250 gram) kadar nane toplayabilmiş, üstüne de muhtemelen bir köpek sürüsü tarafından kırılan çiti onarabilmişti. Tieba ve arkadaşları günün sonunda başlarında bekleyen iki beyaz adama ellerindeki sepette ne kadar nane olduğunu gösteriyor ve böylece karınlarını doyuracak kadar yiyecek almaya hak kazanıyorlardı. Tieba sepetini gösterdi, beyaz adam onayladığını belirtme maksadıyla başını salladı. Tieba'nın hemen arkasında da her gün aynı barakada uyuduğu o komik suratlı kız vardı. Tieba bu zamana kadar ona adını bile sormamış, kim olduğuyla ilgilenme gereği duymamıştı. Kızın sepetinde nereden baksan beşte bir mina edecek kadar nane vardı, beyaz adam bunu beğenmedi ve Tieba'nın sepetini göstererek kıza "Aranızdaki fark ne? O bu kadar çalışırken sen ne yapıyordun?" diye bağırdı. Tieba ve arkadaşları, beyaz adamlardan ayrı bir yere sıçıyorlardı, zira onların bokundan gübre olarak faydalanılıyordu. Kimi zaman bu gübrelerden minik bir dağ olması bekleniyor, ancak o zaman kölelere kendi boklarını toplamaları söyleniyordu. Beyaz adam, komik suratlı kızı kolundan tuttu ve diğerlerine de kendisini takip etmelerini emretti. Adam, kızı kölelerin pislediği minik avluya götürdü ve kızın kafasını o boktan oluşan dağa batırarak küfürler yağdırdı. Tieba, kendisini şanslı hissediyordu, çünkü kendisi bu çiftlikte daha yeni olmasına rağmen ancak on vuruşluk bir falaka ile cezalandırılmıştı. Bu sırada muhtemelen kızın akrabası olan siyah bir adam, beyazlara yalvararak af diledi, ancak diğer beyaz adam onu da kafasından tutarak aynı pisliğin içine batırdı.


Tieba o gün ilk defa bir insanın ezilmesine, güçsüz gözükmesine ve dışlanmasına sebep olmuştu. Eğer o kadar nane toplamasaydı, belki de kızın durumu normal gözükecek ve cezalandırılmayacaktı. Kızın akrabası da sırf af dilediği için cezalandırılmayacaktı. Tieba o gün iki şeyi daha iyi anladı. Birincisi, eğer bu hayatta insan gibi yaşamak istiyorsa daha çok çalışmalı, beyaz adamın ondan istediklerini yerine getirmeliydi. İkincisi ise asla bir başkası için af dilememeli, onun hakkını savunmamalıydı.


Yirmi yıl kadar sonra Tieba, çalışkanlığı, azmi ve sessizliği ile kölelerin şefi hâline gelmişti. En kötü durumdaki beyazdan bile kötü durumdaydı, fakat o kölelerin en seçkiniydi. Artık tarlada ağır işlerde çalışmıyordu. Tembellik yapan, yeterince verimli çalışmayan köleleri azarlıyordu. Yanında beyaz bir adam varsa sık sık çaktırmadan beyaz adamın yüzüne bakıyor, onun nabzını kontrol ediyordu. Böylece eğer beyaz adamın yüzünü ekşittiği bir köle varsa hemen beyaz adama yaranmak için o köleyi azarlıyordu.


Hizmetinin yirminci yılında çiftliğin sahibi, Tieba'ya üstünde birkaç taş olan ve normal insanların giydiğine benzer bir giyecek armağan etti. Bu, bir köle için büyük bir onurdu. Tieba diğer kölelerin yanında asla giysisiyle övünmüyor, bunu sözleriyle dışa vurmuyordu, fakat övünmek ve gurur duymak bir insanın davranışlarına ne kadar yansırsa en az o kadar kasılıyordu. Tieba zeki bir adamdı, eğer kendisi giysisiyle övünür ve farklı olduğunu kendi ağzıyla söylerse biraz komik duruma düşebilirdi. Fakat o bunu söylemeden diğer köleler Tieba'nın ne kadar farklı olduğunu anlamalıydı.


Tieba artık çiftliğin büyük köşkünde kalıyordu. Soyluların lisanına da alışmıştı, fakat onlar gibi konuşmayı tam olarak beceremiyordu. Yine de Tieba, kölelerle konuştuğu zaman onlara caka satmak için bazen soylulardan duyduğu kelimeleri konuşmasının arasına serpiştiriyordu. Böylece Tieba, daha farklı biri olduğunu diğer kölelere çaktırmadan hissettirebiliyordu. Üstelik köleler bu dili kullanmıyordu bile fakat bunun bir önemi yoktu, zira bu şekilde farklılığını ispat edebiliyordu.


Yirmi yılda bu çiftliğe çok köle uğramış, yaklaşık üçte biri de ölmüştü. Bu kölelerin bir kısmı işkencelere dayanamadığından, bir kısmı açlıktan, bir kısmı da hastalıktan ölmüştü. Tieba, böylesi bir ortamda gerçekten çok şanslı ve çok farklıydı. Her gün yüzüne baktığı insanların büyük kısmı kendisinden çok daha kötü koşullarda yaşarken, kendisi nasıl da büyük bir nimete sahipti.


Kasabada Tieba'nın yaşadığı çiftlik gibi bir büyük çiftlik daha vardı ve bu kasabanın toplam nüfusu 300 kadardı. Çiftlik sahibi soylu ailelerin üye sayısı 17, bu soyluların yardımcısı beyaz adamların sayısı da 35 kadardı. Kasabanın geri kalan nüfusunu köleler oluşturuyordu.


Ve bu köleler, tek bir gün bile tükürüğüyle boğabilecekleri sahiplerine başkaldırmayı akıllarından geçirmediler. Aklından geçiren olduysa da tek bir gün, tek bir an bile buna yeltenmediler. Zira onların yiyecek bulmak, işkenceden kurtulmak ve hata yapmadan çalışabilmek gibi çok daha büyük dertleri vardı.


Tieba ise vahşi görünümlü, güçlü ve zeki bir adamdı.


Tarih: M.S. 2000-2030


Caner o gün sınıfta "Ders bitse de eve gidip yeni aldığım oyunu oynasam" diye düşünüyordu. Üstelik ders sosyal bilgilerdi ve bu ona çok sıkıcı geliyordu. Caner zeki bir çocuktu, yaşıtları sümüğünü koluna silerken, o daima göt cebinde bir paket peçete taşırdı. Görgülü, medeni bir çocuktu.


Caner düşünceler alemine dalmışken öğretmeninin bağırmasıyla yeniden dünyaya bağlandı. Öğretmen, sınıftaki çocuklardan birine çok konuştuğu için kızıyordu. Bu sırada Caner'in yanında oturan çocuk öğretmeninin sözünü kesti: "Öğretmenim, o konuşmuyordu valla". Öğretmen hem sözünün kesilmesine, hem de kendisinin yanlış kişiye kızarak hata yapmış olmasına sinirlendi. Ufacık bir velet kendisinin yanlış yaptığını söylüyordu, sinirini o çocuğa kızarak çıkardı: "Sen onun avukatı mısın? İkiniz de yarın sayfa 30'u defterinize yirmi kere yazacaksınız". "Ama öğretmenim...", "Sus, bir de cevap mı veriyorsun?"


Caner o gün iki şeyi çok iyi anladı. Birincisi, asla bir başkasının hakkını savunmamalı, etliye sütlüye karışmamalıydı. İkincisi ise, başındaki insanın ondan istediklerini kusursuzca yerine getirmeliydi.


Yıllar sonra Caner iyi bir üniversiteden mezun olup, ayda 2.700 lira maaşla bir plazada işe başladı. Fakat kısa sürede çalışkanlığı ve itaatkârlığı sayesinde terfi alarak maaşını üçe, hatta dörde katladı. Tabi bunda patronu ile olan sağlam ilişkisinin payı da büyüktü.


Şirket toplantılarında eğer birisi bir espri yaparsa, hemen patronunun suratına bakıyordu. Eğer patronu o şakaya gülüyorsa, o da gülüyordu. Ve eğer patronu o günkü sikimtırak meymenetsiz ruh hali yüzünden bu şakayı densizce buluyorsa, kendisi de arkadaşını uyarıyor veya ağzıyla "cık cık" yapıp başını "olmadı" dercesine yana doğru sallıyordu.


Caner gittikçe daha iyi kıyafetler ve daha lüks elektronik cihazlar alabilecek hâle geldi. Bu sırada otomobilini de yeniledi. Kendisi, içinde yaşadığı ülkenin insanlarının çok büyük kısmından daha üstün olanaklara sahipti, diğerlerinden daha farklıydı. Fakat bu üstünlüğünü asla kendisi dile getirmiyordu. Bunun yerine iş arkadaşlarıyla çok eğlendiğini belirten on çeşit mezeyle dolu rakı sofrası fotoğraflarını, Facebook adı verilen ve her insana nelere sahip olduğunu gösterebildiğin sanal ortamda yayınlıyordu. Böylece insanlara ne kadar farklı olduğunu ispat edebiliyordu. "IPhone'un yeni modelini çıktığı an rahatlıkla alabilirim" demiyordu, bu onu komik bir duruma sokardı ve Caner zeki bir adamdı. Bunun yerine esprili ama cefakar bir şekilde "IPhone 7 çıksa da şu külüstürden kurtulsak" diyerek gücünü belli ediyordu.


Caner artık çalıştığı şirket toplantılarında "Bu konudaki risk management'ınızı yetersiz buluyorum. Derhal bana son aldığınız mail'ı forward'layarak info'da bulunun" diyordu. Lisanı bir anda nasıl da değişivermişti. Çeşitli bilgisayar efektleriyle kendisini olduğundan daha yakışıklı gösteren fotoğraflarının altına "Die darling die" yazabiliyordu artık. Üstelik etrafındaki kimse bu dilde konuşmuyordu bile. Olsun, onun için önemli olan ne kadar farklı birisi olduğunu gösterebilmekti.


Caner zeki, modern ve medeni bir adamdı.


Her gün saat sabah 7'de kalkmak ve ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına patronunu daha çok zengin etmek için çalışmak zorunda olmasına rağmen artık kölelik diye bir şey yoktu. Dünya artık daha medeni bir yerdi. Sırf bir terfi alabilmek adına patronuna daha çok yaranmak zorunda olmasına ve kendisini diğer insanların büyük çoğunluğundan üstün görmesine rağmen sınıf farkı diye bir şey de yoktu. Dünya artık çağdaş bir yerdi. Kölelik, sınıf gibi çağdışı uygulamalara yer yoktu artık dünyada.


Caner gibi ve keyfi Caner kadar yerinde olmayan onun gibi milyonlarca insan vardı Caner'in yaşadığı yerde. Fakat bu insanlar bir gün bile tükürüğüyle boğabilecekleri ve sürekli çalışarak daha zengin etmekte oldukları sahiplerine başkaldırmayı akıllarından geçirmediler. Akıllarından geçirseler de bunun için asla bir şey yapmadılar. Zira onların telefon faturası ödemek, eskidiğine inandıkları malın yenisini almak ve diğerlerine ne kadar farklı olduklarını ispatlamak gibi daha önemli dertleri vardı.


Caner zeki, modern ve medeni bir adamdı.


En sevdiği tarihi kişi Spartacus, en sevdiği film ise Dövüş Kulübü'ydü.


Görünmez parmaklıkların var olmadığına inanıyordu.

27 Haziran 2013 Perşembe

İki Sigaraya Ülkesini Satan Adam

Aklı Dumana Boğmak
Aklını dumana boğmuş Malili bir adam Fransız askerlerinin ülkesine müdahale etmesini, ağız ve kulağına dayadığı sigara ile kutluyor. Fransız askerinin ülkeye girişinden önce Gao kentine radikal islamcı grup olan Mujao hakimdi ve şeriat kanunları gereği  sigara yasaklanmıştı. (Ocak 2013)
Fransız Askerleri, Mali, Afrika, Şubat 2013
Siyah Silah
Ülkeyi İçten Yıkan Yerli İşbirlikçiler
Fransız Askerlerine Selam Olsun
Yolunuz Açık Olsun İşgalciler !
Fransız Askerleri
İnsan Canından Çok Alacağı Parayı Düşünen Paralı Askerler
Afrika Yamyamlığı
Beyaz Yüzlerine Aldanmayın İşte İşgalcilerin Gerçek Yüzü
Afrika Yoksulluğu
Askeri Kontrol Noktaları
Evine Çekilenler
Eve Çekilmeler
Sırtında Çanta
Sırtında Sindy‘li Çanta, Kültürel İşgali Sevgi İle Seyreden Çocuk !
Amerikan Yapımı Silah
İşin en üzücü ve ibretli tarafı bu kutuda gizli.
İslamcı militanlara ait Amerikan yapımı mermi kutusu.
Katillerin, her zamanki gibi birbirine kırdırma taktiği!
Silahlı Çatışmalar
Fransa Nere Mali Nere Deme !
Vurulan İslamcı Direnişçi
Mali Kanlı Baş
Siyah Baştan Akan Kırmızı Kan
Müslümanların Parçası
Parçalanan İslam ve Seyirden Başka Elinden Birşey Gelmeyen Müslümanlar !
Siyah Gözyaşları
Bu Susuz Çöller Hiçbir Zaman Gözyaşına Doymadı !
Cihat Çağrısı
İslamın Kutlu Çağrısı: Cihat

Adalet

Başından geçen gayet sıradan bir olayı dünyanın en ilginç olayıymış gibi anlatan, neden bu kadar ünlü olduğu yada böylesine müthiş paralar kazandığı anlaşılamayan, sırf bazı olanaklara sahip olduğu için kumaşı kendisinden katbekat iyi olan insanlardan daha fazla reklamı yapılan, onların önüne geçen, bir sikim olmadığı halde kendini öyle pazarlayan insanlar var ya, heh işte ben o insanlardan nefret etmiyorum aslında. Onları, toplumun kendisine hitap ettiğini düşündüğü kesim sevdiği için kendisini de sevmeye şartlayan ve bu yeteneksiz dalyarakları göklere çıkaran, toplumda bir yer edinmelerini sağlayan, tırt solcu deyimiyle sistemin çarklarına kapılmış olan koyunlardan nefret ediyorum. Pink Floyd'u neden bu kadar severler anlamam mesela, elle tutulur 2-3 şarkısı dışında ne olayı var bunların amına koyayım ya, benim göremediğim neyi görüyorsunuz amına koduklarım? Kubrick sıçtığı boka zoom yapınca neden "üstad burada hiç kimsenin bilmediği eski italyan filmi La Gazetta Della Sport'un yönetmeni Costacurta'ya gönderme yapmış" yorumunda bulunuyorsun? Neden öyle anlamlar arıyorsun?


Birazdan söyleyeceğim şeyi deneyebilirsiniz, 3 aşağı 5 yukarı aynı sonuç çıkmazsa kapınıza gelip size oral seks yapacam. 10 cümlelik, gayet sıradan, ne iyi ne de kötü diyebileceğiniz bir konuşma metni hazırlayın. Aynı lafları seminerde Rahmi Koç'a, ayak üstü bir kafede Nuri Bilge Ceylan'a ve bir de İstiklal Caddesi'nde düdükle Godfather çalan adama söylettirin. Rahmi Koç alkışlanır, Nuri Bilge Ceylan entelektüel kazmalar tarafından "hmmmmmm" iç sesi ve "acaba bize hangi manalara gelen müthiş mesajlar verdi de biz anlamadık" düşünceleri eşliğinde takdir edilir, düdükle Godfather çalan abiyi ise yoldan geçen 1 kişi bile siklemez.


Neden? Şekilcilik, materyalizm, kapitalizm, faydacılık.


"Evet abi yaa, çok doğru söylüyosun böyle bu insanlar..." Bu insanlar mı? Sen de öylesin orospu çocuğu. Ben de öyleyim, kankam Hasan da öyle, onun mahalleden arkadaşı Cemil de öyle, Adnan Şenses de öyle... Hepimiz öyleyiz. Hepimiz Ermeni falan değiliz arkadaşım, hepimizi bir kategoriye sokacaksan eğer bu az önce dediğime sok, hepimiz bu dalyarağın söylediği gibiyiz falan de.


Altın doğada az bulunan bir element olmasaydı eğer kim takardı lan boynuna? Altını görüntüsü çok güzel olduğu için mi takıyorsun? Hayır, derdin şu, "bak arkadaşım ben altın, üstüne de pırlanta taşlı yüzük ve küpe takıyorum, çünkü bende para var, istediğime sahip olurum, aramızda sınıf farkı var." Bunu kelimelere dökmediğin yada dökemediğin için takıyorsun o sikindirik küpeyi. Bakır doğada çok az bulunsaydı hepiniz şimdi hurdacı gibi dolaşacaktınız etrafta, boyunda bakır kolye, bilekte bakır bilezik... Dubai'deki 28 yıldızlı otelin tuvaleti bile bakırdanmış laa abuuu şeklinde Show TV haberleri vs.


Celal Bayar, 1960 darbesinde idam kararı alınmış olmasına rağmen nasıl "yaşı ve rahatsızlığı sebebiyle" serbest bırakıldı? Madem bu kadar duyarlı bir devletimiz var, nasıl oluyor da 20 sene sonra 17 yaşını bile doldurmamış bir çocuğu işkenceler altında darağacına yolladı bu devlet? Cevabını verin ulan bana, Allah rızası için bir izah edin. "Kahve muhabbetine bağladı yeeaa" diye iç geçiren orospu çocuğu, eğer öyle düşünüyorsan bir saniyeliğine kardeşinin, eşinin, annenin veya babanın o darağacına yollandığını hayal et. Yer mi götün?


Celal Bayar mason olduğu için, Vatikan'ın telkinleri ve hatta ultimatomu sayesinde kurtuldu.

Kızılderililer sadece Amerika'da ikâmet ettikleri için değil, "son nehir kuruduğunda, son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmediğini anlayacak" mentalitesinde sözleri olan, Şirinler Köyü kıvamında kabile hayatı yaşayan, kapitalizme tamamen zıt bir millet oldukları için soykırıma uğradı.

İnsan hayatının değeri, sahip olduğu güce eşit arkadaşım. İnsanlığın mızraklarla savaşlar yaptığı dönemden, günümüze kadar bu böyleydi, böyle olacak.

Şuraya bağlayacam, bir kere bile "BAŞKA" bir insanın yada insan topluluğunun uğradığı haksızlık için bu hayatta sesini yükseltmediysen, yarın öbür gün evine girip kafana kara çuval geçirip ananı siktiklerinde de ağzını açma hakkın olmayacak. Zaten ağzını açtırmazlar da, "vicdanen" de sen zaten hakettiğini bulmuş bir suçlu olacaksın.

İnsanın en sikten yanı da bu işte, keşke "ateş düştüğü yeri yakar" diye bir söz aklımıza bile gelmeyecek fitratta yaratılmış olsaydık da, böylesine bencil öküzler olmasaydık. Hayır o kadar orospu çocuğu bir ırkız ki insanoğlu olarak, kendimiz başkası için parmağımızı yerinden oynatmadığımız gibi, bunu yapanlara da "enayi" gözüyle bakıyoruz. İlkokulda yediğim bir azarı hala unutmuyorum. Hoca arkamda oturanlara bağırmıştı konuşuyorlar diye, ben de atladım "öğretmenim onlar konuşmuyodu ki, başka yerden geliyodu ses" diye. Aldığım cevap şu olmuştu, "sen onların avukatı mısın?". İsyankar ergen yaradılışlı olduğum için hadi bu bende ters tepti, fakat ya "koyun olarak doğacakmış da son anda yanlışlıkla insan olarak fırlamış anasının amından" yaradılışında bir çocuk olsaydım, bu benim bilinçaltıma nasıl işleyecekti? 

"Senin çıkarın yoksa, başkalarının işine karışma". Bize verdikleri, dayattıkları bilinç bu.

Ananızı sikeyim öldürüyorlar insanlığı, öldürüyorlar. Bundan büyük soykırım mı var Allah'ın cezaları?
Neyse, diyeceğim o ki, banka kuyruğunda sen sıranın en arkasında da olsan önündeki adam kaynak yaptığında ona sesini yükseltmediysen, "nasılsa en arkadayım banane amına koyim" içgüdüsüyle hareket ettiysen, zamanı geldiğinde sana yapılan büyük orospu çocukluğuna da ses çıkarmayacaksın. Üzüleceksin, canın yanacak, acını yaşayacaksın, fakat şikâyet etmeyeceksin. Senin hakkın buydu zaten, sadece adalet tecelli etmiş oldu.

Cumhuriyette Kadir Gecesi Ayinleri !!!

Hiç bir yorum yapmıyorum açık, ALLAH Sizi Ne yapacağını elbet daha iyi bilir
Cumhuriyetimizin Kadir Gecesi

Bu Misyonerlikte Bir İş Var (İş bankası)

İş Bankası yayınlarının çıkardığı ”Kumbara” isimli çocuk dergisinde aleni bir şekilde misyonerlik çalışması yapılıyor. Ücretsiz olarak dağıtılan dergiye dikkatlice bakıldığında Yunan Kültürünün aşılandığını, dahası adeta bir misyoner gibi Hıristiyanlık propagandası yaptığı görülüyor. Çocuk dergiciliği ciddi bir iştir. Şakaya gelmez. Yayınlanan her bir meteryal çocuğun dünyasında önemli iz bırakır. Dergide yayınlanan her bir yazı ve çizgi çocuk için doğru kabul edilir. Bu yüzden çocuk yayınları üzerinde duran yayıncıların omuzları üstünde büyük bir sorumluluk olduğunu hatırlatmak isterim. Ama sorumlu yayıncılık gerektiren yerde sorunlu yayıncılık yapanlara ne demeli? Çok değerli eğitimci kalem erbabı bir dostum bana bir materyal göndermiş. İnceledim ve dehşete düştüm.



Bir çocuk dergisiydi bu. Derginin adı: Kumbara. Arkasında koskoca İş Bankası Yayınları var. Dergiyi çocuklara ücretsiz dağıtıyorlar. Üç ayda bir çıkıyor, güya uzman bir ekip tarafından hazırlanıyor. Kısmen doğru, çünkü derginin içeriğine baktığınızda bilinçli bir şekilde Yunan Kültürü aşıladığını, dahası adeta bir misyoner gibi Hıristiyanlık propagandası içerdiğini görebiliyorsunuz. Derginin 7. sayısının içeriğine baktığınızda Rönesans, Barok, Ebbo İncili gibi tuhaf yazılara rastlıyorsunuz. Kültür seviyesi olarak da çocukların çok üzerinde. Yunan Kültürü ve bol Hıristiyanlık argümanların kullanıldığı dergide “İslamiyet”e ait bir ses, yazı ve fotoğraf bulamazsınız. Yani:
“Tanrı” kelimesi 51 kez, “Allah” kelimesi hiç kullanılmamış.
“Yunan” kelimesi 6 kez, “Türk” kelimesi hiç kullanılmamış.
“Bizans” kelimesi 2 kez, “Osmanlı” kelimesi hiç kullanılmamış.
“Roma” kelimesi 3 kez, “Selçuklu” kelimesi hiç kullanılmamış.
“Kilise” kelimesi 5 kez, “Cami” kelimesi hiç kullanılmamış.
“Atina” kelimesi 9 kez, “Ankara” kelimesi hiç kullanılmamış.
“Hıristiyanlık” kelimesi 3 kez, Müslümanlık kelimesi hiç kullanılmamış.
Müslüman mahallesinde salyangoz satmak diye buna denir. İş Bankası Kültür yayınlarından çıkan Kumbara dergisi ekibinin “bilinçsiz” bir yayıncılık yaptığına inanmıyorum. Şimdiden çocuklara bizden olmayan kültürü şırınga ederek, belli bir kültürü empoze ediyorlar. Gerçi ülkemizde çocuk yayıncılığının yüzü hep Batı’ya dönük olmuştur. Her on yılda bir yayınlanan çocuk dergilerine bakın, maalesef kaçınılmaz bir gerçeği göreceksiniz: bilgiler, keşifler, icatlar gibi birçok bilgi, Batı kaynaklı olmuş. Yeni tercüme yayınlarla dergiler kotarılmış. Bu yüzden, çocuk dergiciliğinde bir kültür yozlaşması meydana gelmiş.
Kimi banka destekli çocuk dergiciliği adeta müfredat dergiciliği oluşturmuş. Yani çocuk yayınlarında ve dergilerinde bir kültür birliği yok, tam bir politikasızlık söz konusu. 1970‘li yıllara kadar, okul öncesinden başlayarak çocuk yaşına uygun olarak yapılmış ne bir kitap ne de bir dergi yayınına rastlayabilirsiniz. 1981′den itibaren ciddi anlamda çocuk dergiciliğinde bir sıçrama yaşandı. Ancak pedagojinin verilerine göre hareket edilmedi, çocuk yayınlarının yaş gruplarına göre düzenlenmesi gerekirdi. Ancak ülkemizde bu yönde bir ihtisaslaşma henüz yok.
Zaten çocuk dergiciliği ülkemizde çok ciddiye alınmıyor. Branşlaşmayı öne çıkaran bir yaklaşım söz konusu değil. Çünkü, çocuk dergiciliğine ticari yaklaşılıyor. Ancak değişen bir çocukluk kavramı var. Bugünkü çocuk, dünün çocuğu değil artık. Bugünkü çocukların internet ve sosyal paylaşım sitelerin kontrolüne girdiğini çok rahat söyleyebiliriz. İnternet ortamının şiddet yüklü oyunları, televizyonda ünlü markaların cirit attığı kanalların bol hareketli çizgi karakterlerinin etkisindedir.
Çocuk dergilerinin büyük bir kısmı da Avrupa, Amerika ve Japon merkezli olarak üretiliyor. Avrupa’dan kilise merkezli ahlaki öğretiler ithal edilirken, Amerika’dan sahte süper kahramanlı köpürtülmüş tipler ithal ediliyor. Japonya’dan da “anime” markalı iri gözlü karakterler televizyon ve bilgisayarımızın dört bir tarafını sarmış görünüyor.

Hasılı; İş Bankası destekli Kumbara dergisinde yayınlanan yazı ve çizgiler milletin temel inanç ve değerlerine ters düşmektedir. Bu yayıncılığı düzeltin demekle düzelteceklerini sanmıyorum. Yıllardır zaten buna benzer yayıncılık yapıyorlardı. Görünen o ki, Kumbara dergisinin yaptığı yayın, ayrı dünyaların insanı yetiştirmeye yönelik çabaların bir sonucu.
Bir çocuk yayınında kör parmağım gözüne, inanç, önyargı ve şartlandırma olmamalı. Yani resmen, düşünce, felsefe, inanç, din ve mezhep ayrımı gözetiliyor. İdeolojik yönlendirme ve önyargıdan uzak kalmalıydı. En kısa zamanda bu ülkede yayın yaptığını hatırlamalı. Milli ve manevi değerleri öne çıkaran yayınlarla kendini kabul ettirmeli.

Küçük Hesap Peşinde Koşan Büyükler

Diyelim ki memursunuz ve dört gözle beklediğiniz ayın 15′i mübarek Cuma gününe denk geldi. Paranızı çekmek istiyorsunuz. Banka paranız üzerinden kazanabildiği kadar faiz kazanmak istediği için, 1000 tl üzeri para çekemeseniz de, 1000 tl acil olarak size lazım oldu. Gittiniz bankamatiğe para yok! Diyelim arabayla benzin yakarak gittiniz daha uzak bir bankamatiğe yine para yok! İnternet bankacılığından EFT yapmak istiyorsunuz maaş hesabınız olmasına ve para kesilmemesi gerektiği halde 3 tl gibi minicik bir kesinti oluyor. Hadi kızdınız onu da kabul etmediniz şimdi kaldınız mı parasız? Adamların hesabı haftasonu ne kadar gecelik faiz yiyebiliriz diye! Yazıklar olsun bunlara! Zaten Bankaların ne rezalet olduklarını biliyorduk da, Akbank’ın rezaletin rezaleti olduğunu yeni öğrenmiş oluyorduk!
Peki devlet kurumlarına ne demeli? Üstünüzdeki kurumlar banka ile faiz parasını paylaşarak kuruma menfaat sağlamak için sizin adınıza toplu sözleşmeler yapıyor! Örneğin Milli Eğitim kurumundaki memurlar ekders ücretlerini bankanın kafası ne zaman eserse o zaman alabiliyorlar!
Bankaların hesabını veremeyecekleri günahları yetmiyormuş gibi, bir de samimi müslümaları günaha sokuyorlar. Nasıl mı? Banka anlaşma karşılığı sus payı olarak promosyon adı altında çok cüzi bir faiz parasını maaş alan vatandaşa veriyor. Peki şeytandan kaçtığı gibi faizden kaçan dindar bir vatandaş, bu faiz parasını ne yapacak? Çoluk çocuklarına yedirse, o çocuklardan hayır gelir mi? Almasa da bankada bıraksa, bu bankanın işine gelmez mi? Hayır olarak verse hayır olup olmayacağı süpheli! Ne yapsın yani o paraya tuvalet kağıdı alıp kullansın mı? İşte bunlar böyle günaha sokarlar adamı! Bunların kökünü kazımak gerek kökünü!
Velhasıl, kimse bahsetmesin bize bu ülkede demokrasiden, hak hukuktan! Müslüman devlet görevlilerimizin, vatandaşı bankanın baskısından kurtarmak için bir çalışmaları var mı?

Amerika Neden Özür Diletti?

Türk Halkından Özür Diledi
Neden Özür Dilediler
İsrail’in Mavi Marmara saldırısı için özür dilemesi, her ne kadar Türkiye’nin bir başarısı gibi gözükse de, Amerikanın tezgahladığı Büyük Planın önemli bir parçasıdır. Malumunuz ki siyasi gerginliğe rağmen Türkiye İsrail arasındaki ekonomik işler tıkır tıkır işliyordu. Büyük Kürdistan‘ın kurulma sinyallerinin verildiği bu günlerde; Obama, İsrail’e giderekdargın dostları barıştırmak istedi ve tarihte nadir görülmüş bir olaya sebep olarak İsrail’e özür diletti. Kısacası Amerikada ki şeytanların Büyük Ortadoğu Projesi için tekrar birlik sağlanmalıydı. Bu birlik te sağlanmış oldu.
Dost Birliği
Sıkı Dostlar
İşte Peşinden Koşarak Gittiğimiz Dost Amerika !
Peşinden Gittiğimiz Amerika
ABD Başkanı Barack Obama, İsrail’in eski Başbakanı İzak Rabin ve Siyonizm’in kurucusu olarak bilinen Theodor Herzl’in mezarlarına, ABD’de eşitlik mücadelesinin sembol ismi olan siyahi lider Martin Luther King‘in kabrinden getirdiği taşı bıraktı. (Mart 2013)
Teodor Herzl
Şeytanın müslümanlara karşı kullandığı en büyük silah olan siyonizmin kurucusu Theodor Herzl (1860 – 1904)

Youtube ve Zihin Kontrolü

Selam.

Hiç sikim sikim felsefe yapmadan direkt konuya girecem. Dünyanın en çok ziyaret edilen ilk 3 sitesinden biri Youtube tarafından nasıl düzüldüğünü görmek ister misin? Youtube'a da Google hesabın ile girebildiğini göz önünde bulundurursan, internetin geneli adına şöyle bir soru sorabilirim: Nasıl sikildiğini görmek istiyo musun?

Gel o zaman benle.

Youtube'da tüm zamanların en fazla seyredilen video'ları listesi buyrun:

http://www.youtube.com/charts/videos_views?t=a


He işte Justin Bieber, Lady Gaga, Eminem ve Rihanna'nın egemenlik kurduğu bir liste genel olarak.

Seyrettiğin video'nun sonunda, Youtube sana başka bir video tavsiyesinde (suggestion) bulunur değil mi? Bu video tavsiyesi genelde seyrettiğin video'nun içeriğiyle alakalı olur. Eğer Messi'nin gollerinden oluşan bir video seyrettiysen karşına yine Messi ile ya da futbol ile alakalı bir video gelir. Bu zaten artık internet kullanan emekli coğrafya öğretmenleri tarafından bile farkedilebilen, bilinen bir şey. Youtube'da en çok seyredilen ilk 20 video'nun birçoğu, az önce de dediğim gibi Justin Bieber'lı, Gaga'lı müzik klipleri. Şimdi bir bakalım mı o kliplerin birçoğunun sonunda Youtube bize EN AZ 1 HAFTADIR hangi video tavsiyelerinde bulunuyor? Buyrun dev hizmet, izlenme sayı ve sıralarıyla birlikte:


1- Justin Bieber - Baby ft. Ludacris. İzlenme sayısı: 551,996,775.

2- Lady Gaga - Bad Romance. İzlenme sayısı: 382,481,452

4- Eminem - Love The Way You Lie ft. Rihanna. İzlenme sayısı: 339,256,652
6- Eminem - Not Afraid. İzlenme sayısı: 239,590,450.
8- Justin Bieber - Never Say Never ft. Jaden Smith. İzlenme sayısı: 213,115,622.
9- Jennifer Lopez - On The Floor ft. Pitbull. İzlenme sayısı: 198,172,897.
11- Katy Perry - Firework. İzlenme sayısı: 187,902,185.

13- Pitbull - I Know You Want Me (Calle Ocho) OFFICIAL VIDEO. İzlenme sayısı: 180,724,942.

14- Rihanna - What's My Name? ft. Drake. İzlenme sayısı: 174,462,956.
17- Bruno Mars - Grenade [Official Music Video]. İzlenme sayısı: 164,516,670.
18- Justin Bieber - Somebody To Love Remix ft. Usher. İzlenme sayısı: 162,312,926.
19- Don Omar - Danza Kuduro ft. Lucenzo. İzlenme sayısı: 157,181,391.
20- Rihanna - Rude Boy. İzlenme sayısı: 153,885,015.

28 Mayıs 2011 itibariyle durum budur. Güvensiz takıntılı dalyaraklar isterlerse sağlamasını da yapabilirler, alın 1. sıradaki Justin video'sunun link'i: http://www.youtube.com/watch?feature=player_detailpage&v=kffacxfA7G4#t=225

Sorum şu; neden tüm zamanların "en çok seyredilmiş videoları"ndan sadece müzik video'su olanlarda böyle bir durum söz konusu? İlk 20'den sonra yine 100+ milyon kere seyredilmiş diğer müzik kliplerinde de bu görüntüye sahip +18 içerikli bir video "tavsiye" ediliyor, bunun nedeni ve izahı ne? Bi tek Shakira - Waka Waka'dan sonra çıkmıyor bu video, öyleyse Shakira'ya bundan sonra Shakira-ül emin diyelim mına koyim ehehe.

Her neyse, sığır olsa bu kesik boğaz görüntüsünden anlar ki, video'nu içeriği +18, fakat yine de bu video'yu seyrettim ben, filmlerin çekim hilelerini ve yöntemlerini anlatıyor. Farklı filmlere ait vahşet görüntüleri, farklı boğaz kesme sahneleri vs var. Hatta Exorcist filminden görüntüler dahil buna.


 Ve video'daki sunucu eleman bile 2 kere uyarıyor izleyiciyi çocuklara izlettirmeyin bunu diye.




Dedim ki ulan heralde reklam almışlar, fakat yok abicim. Bu "Featured Video" olma kriterininpolitikasına baktım Youtube'un. Bu tavsiye olarak gösterilen video'lar için reklam almayız, para karşılığında video koymayız, fakat ticari ilişkilerimizin olduğu firmaların video'larını koyarız deniyor.

Hem para karşılığı video koyma hem ticari ilişkilerinin olduğu firmaların video'larını koy, şair burada ne demek istemiş anlayan varsa beri gelsin. Her ne sikimse, baktım bu kesik boğazlı video ne zaman eklenmiş, yeni eklenmiştir heralde diye düşünüyordum, "4 Kasım 2009"da eklenmiş ulan. Ne alaka olum? Ne alaka yaa?

Haa bir de...

Normalde Youtube'da şiddet ve cinsellik içerikli popüler (gözden kaçma imkânı olmayan) video'lar herkes tarafından izlenemez. Kullanıcı adınızla giriş yapmanız ve belirttiğiniz doğum tarihine göre yaşınızın 18'den büyük olması gerekir. Yoksa bir uyarı belirir ve seyredemezsiniz o video'yu, misal Rihanna'nın S & M Klibinin videosu gibi, şekil a:


Fakat her ne hikmetse, Youtube'un en fazla izlenen videolarının ardından tavsiye edilen bu video hiç kullanıcı girişi yapmadan da seyredilebiliyor.

Canlar, ciğerler.

Bakın.

İyi dinle beni hayvanın evladı.

Bazı şeyler sana bir grup insanın hayalperestliği gibi gelse de hiç o kadar yüzeysel değil bu işler. Bu bilinçaltına hitap eden (sübliminal) mesajların insan üzerinde yarattığı etki, normal televizyon reklamlarından daha büyüktür. Bunu biliyor muydun sen evladım? Psikopatıysan bakarsın, al sana sübliminal mesaj örnekleri.

Kaldı ki bu Justin Bieber'lı, Lady Gaga'lı videoların yüz milyonlarca seyredeni çocuklar ulan, çocuklar. Gördükleri, yönlendirildikleri, seyretmeye teşvik edildiklere şeye bak bi. Onların üzerinde yaratacağı etki tahmin ettiğinin çok daha üzerinde olur sevgili sığır evladım.

Internet üzerinde saçma ve sikindirik kaynaklar yüzünden bu tür konular sana saçma gösterilmeye çalışılıyor, fakat aptal değilsen ya bazı şeyleri kendin farkedersin ya da doğru kaynaklara ulaşırsın. Ben doğru kaynağa ulaşmana ufacık bir yardımda bulunmaya çalışıyorum, artık gözüne perde, kulağına tıpa takarak karşıma oturuyorsan da senin ta dimağını sikeyim ben.

Hadi selametle.