4 Ocak 2014 Cumartesi

2012 Olimpiyat Maskotları Ayyy Çok Şeker

Kıyamam yaaa... Şu güzelliğe bakar mısın?

Alın 2012 Olimpiyatları'nın maskotları Wenlock ve Mandeville.









2012 Londra Olimpiyaları resmi ürün tanıtımı. Madeni parayı neden böyle tanıtırlar lan?

Tek gözlerini yakında ananızın amına da koyacaklar.

Her geçen gün daha da zıvanadan çıkıyorlar.

Daha çok "biz buradayız" diye bağırıyorlar.

Faşist düzene boyun kılan, sansürlere dahi sesini çıkaramayan, pasif direnişçi arkadaşlarımız, Gandhi'yi baya bir götünüzden anlamışsınız.

Sizce burda 2012 mi yazıyor yoksa ZİON mu yazıyor zion un ne olduğunu anlatmama gerek yok sanırım , yinede ben söyleyeyimde sığırlar fazla yorulmasın ZİON = SİYON kelimesinin kökü







Bunlara karşı koymak için fazla zamanımız kalmadı. Artık durumu geri çevrilemez derecede kontrol altına alıyorlar ve hatta aldılar.

Uyan.

Lütfen.

Lütfen uyan amına koduğum.

Uyan ve gücünü farket.

Battle Los Angeles Filmindeki Sübliminal Mesaj

Az önce farkettim bunu, resmen insanları ayakta sikiyorlar.

Uzun yazmışsın okumam diyecek olursan bari video ve caps`e bak amın evladı, iki şey öğren bilinçlen diye uğraşıyoruz.

Bakın sübliminal mesaj bir obje içine başka bir obje koyularak, o an algılayamasanız da bilinçaltınıza işlensin diye uygulanan bir metoddur.

Bir alıntı yapacam sübliminal mesajla ilgili: "Son zamanlarda en fazla reklam sektöründe kullanıldığı bilinmekle beraber bir çok özel ve devlet kurumlarının reklam ve karşı propaganda yöntemi olarak da kullanıldığı söylenmektedir. Amerika da bir sinemada yapılan subliminal mesaj deneyinde, film sırasında anlık yani saliselik flaş patlamalarla birlikte ‘’ Patlamış mısır ye ’’ ‘’ Cola İç ‘’ gibi mesajlar gönderilip bilinçaltına hitap ederek bu mesajlar sayesinde Cola satışları yüzde 18.1, patlamış mısır satışları ise yüzde 57.7 artmış."

Şimdi belki bu rakamlar doğrudur belki değildir bilemiyorum fakat sübliminal mesajların hangi amaçlar doğrultusunda kullanıldığını anlayın diye gösterdim sadece.

insan ve dünya dışı varlıklar (UFOlar) savaşı konulu battle los angeles filminin fragmanındaki sübliminal mesaja bakın.

Fragman: tinyurl.com

Fragmanı seyredin önce (ilk 30 saniyeyi seyretmeniz kâfi), ilk 30 saniyede ağır bir "UFOlar vardır" propagandası var zaten. şimdi 25. saniyeye iyice odaklanın, bakın bir flaş girecek orada. Saliselik bir görüntü çıkacak.





                           25. saniyedeki sübliminal mesaj


Dikkat edin altta "recording" yazıyor. yani bu muhtemelen, bir uzay aracının veya bir uçağın kamerasına yakalanan tanımlanamayan gök cismi görüntüsü. Bilinçaltına o şekilde hitap etmesi için koyulmuş o saliselik görüntü oraya. Milyon dolarlık filmin fragmanına sizce anlamsız, öylesine bir görüntü koyarlar mı?

Özet: Beyler UFO falan yok. İnanın diye yapılıyor tüm bu propagandalar. Medyada, yazılı ve görsel basında, internette her gün verilen "x şehrinde UFO görüldü", "nasa`da çalışan emekli astronot rıza armstrong`un UFO var itirafı!!!!111" şeklindeki haberler yalaaaaaaaaan. Valla da yalan billa da yalan.

İnanmayın.

İnanın diye yapıyorlar.

Yiyecekleri boklara hazırlıyorlar sizi.

Allah aşkına kanmayın.

Edit: Zaten filmin yapımcısı yine Columbia Pictures. 

3 Ocak 2014 Cuma

Ateistlerin Asıl Derdi Ne?

“Müslüman Okullar Zararlı” Bunu diyen İngiliz meşhur “bilimadamı” Richard Dawkins. Niye bu şarlatanın sarf ettiği bir söz haber değerinde bizim için, önce ondan başlayalım. Bir kere kafayı evrim teorisi ile bozmuş bu sözde bilim adamı, İngiliz ve dolayısıyla dünya gündemini oldukça etkiliyor. Tüm dünyada ateizm propagandası yapar, evrim teorisinin okullarda ders kitaplarına girmesi için müthiş bir lobicilik faaliyetleri sergiler. Şimdiye kadar “şeriat geliyor” gibi sosyal temelli bir panik gazından sonra, bu tarz meşhur soytarıların çıkışları sayesinde Batı’nın İslamofobikleri şimdide kendi bilimsel safsataları üzerinden de İslam’a saldırabilecekler, zira Dawkins’in pek çok “müridi” vardır dünyanın her yerinde.
Dawkins aynı zamanda Oxford üniversitesinde eskiden görev yapmış profesördür. İşin enteresan tarafı “İngiliz Anglikan Kilisesinin okulları konusunda endişeli değilim, asıl problem Müslümanların okullarının yayılması.” diyor Daily Telegraph’a verdiği demeçte.

Hayatını ateizm propogandasına adayan evrimci biyolog Richard Dawkins,
bilim silahını kullanarak milyonlarca insanı ateizm cehennemine çekiyor.
Bak sen, Anglikan Kilisesinin okullarında çocuklara evrim teorisi öğretip dinazor iskeleti inceletiyorlar sanki. Bir ateist gerçekten samimi bir atesit ise, tüm dinlere karşı aynı mesafede olması gerekmiyor mu? Sıradan bir blogcu filan değil bu şahsiyet. Dikkat çekmeye de çalışmaz, zira Amerika’da milyonlar okur kitaplarını. Arkasında koskoca “bilim merkezleri, anlı şanlı üniversiteler” var.
Gerçekten hayatını ateizme, Hristiyan görüşü ile mücadele etmeye adayan birisinin özellikle bu aralar kalkıp, “Hristiyan okullarının yaygınlaşması değil, asıl problem Müslüman okullarıdır” diyorsa, dünya medya ve bilim mayfalarını elinde tutanlar öyle istemiştir, o kadar basit.
Bu zihniyetler 18.yüzyıldan itibaren Avrupa’da Hristiyanlığı çökertmek için aydınlanma, pozitivizm gibi sözde bilimsel masalları ideolojik bir propaganda aracı olarak kullandılar. Artık internet herkesin altında, dileyen arattırsın baksın. Meşhur diye sürekli gündemde tutulan son iki yüz yılın bilimadamlarının yetiştirildiği, ilim irfan yuvası olarak atfedilen “köklü” ve halk arasında zorla saygın olduğu fikri medya propagandası ile, faşizan bir şekilde kabul ettirilen üniversitelerin hepsinin kurucuların üst düzey farmason olması acaba tesadüf mü? Şimdi aynı zihniyetin, çağın ruhuna, daha doğrusu modasına uygun bir şekilde İslam’la uğraşmasına şaşmamalı.
İslama Yöneliş İngilizleri Rahatsız Ediyor
Genel anlamda konuşacak olursak, damarlarındaki asil, o da yetmezse soylu, o da yetmezse royal kandan dolayı mıdır bilinmez, İngilizlerin, özellikle “aydın” takımının doğu kültürlerine karşı hep kibirli ve tepeden baktığı bir gerçek. Bu şarkiyatçılık zihniyeti öylesine ruhlarına işlemiştir ki, yeri geldiği zaman, yeter ki İslam karşıtlığı yapılsın, en azılı ateist bile Hristiyan misyonerliği savunur.
Richard Dawkins denen sürekli ülke ülke konferans verdirilen, azılı ateist propagandacı, bilim cemiyetlerinin yere göğe sığdıramadığı sözde evrim teorisyeni, daha önceden her fırsat buldukça İslam’a hakaret etmişti, biz de yazmıştık. Bu aralar herhalde çaptan düşmüş olacak ki, İngiliz basının dikkatini çekmeye çalışıyor yine: “Ben ateist olduğum için Hristiyanlığa karşıyım, ancak Afrika’da İslam yayılacağına, ve biz ateistlerin oralara gidip tren yolu yapıp, hastahane açmayacağımıza göre, Afrika’daki her türlü misyonerlik faaliyetini destekliyorum.” diye açıklama yapmış. Aslında bu tarz kafalarının içinin ne kadar örümcek ağı ile dolduğunu ne kadar güzel gösteriyor bu laflar.
Bir kere ateistlerin kimseye bir faydası olmadığını itiraf etmiş oluyor. Ancak asıl vurgulamak istediğimiz, sömürgeci zihniyet ne olursa olsun aynı olduğundan, yeri geldiğinde bu sözde bilimsellik tutkunları, İngiliz milli çıkarları için bütün görünüşteki ilkelerini çiğnerler. Ateisti bile Hristiyan misyonerlerin sömürge faaliyetini destekler.
Bazı çarpık kafalar, aman efendim Afrika kıtasına medeniyet götürdüler ama diyecektir, sözü fazla uzatmadan İngiliz misyonerlerin mesela, tren yolu inşa etme faaliyetlerinden bir örnek verelim. Bu hainler, Mısır ve Sudan ülkelerine 19. yüzyılda demiryolu döşemişlerdir, doğrudur, fakat öyle ayarlamışlardır ki, ta sınır ucuna getirseler bile, demiryolu ile Mısır ve Sudan’ı birbirlerine bağlamamışlardır, olur da iki ülke kendilerinden bağımsız birbirleriyle ticaret yapar filan diye. Oysa asıl dert, her iki ülkeyi ayrı ayrı sömürmektir, tren yolu kullanarak, kendi çıkardıkları madenleri, kendi gemilerine yüklemektir amaç. İşte bunların “medeniyet” götürme projeleri budur, yeri geldiğinde, ateist-bilim adamları bile bu zihniyeti destekler.
Aynı Richard Dawkins, son zamanlarda İngiliz basınında sık sık çıkan “İslama geçen İngilizlerin sayısı her geçen gün artıyor” haberlerine fena bozulmuş. Özellikle İngiliz genç hanımlar arasında İslam’a geçme eğilimin önüne geçilmesi gerektiğini söylüyor. “Böyle kadınları anlamıyorum, bir insan kendi özgür iradesi ile nasıl böyle bir şey yapar da İslam’ı seçer? Bu büyük bir aptallık.” diyor.

Tüm dünyada olduğu gibi Avrupada da İslam hızla yayılıyor,
ve böylece ateistlerin niyeti başka yerlere kayıyor.
Ülkemizde bazı medyalarımız tarafından kendisinden bahsedildiğinde “Dünyaca ünlü saygın İngiliz bilim adamı” diye etiketlendirilen Richard Dawkins böyle biri işte.
Yavaş yavaş, böyle militan ateistlerin yetiştirildikleri bu “bilim yuvalarının” aslında birer siyasi proje olduğunu, 19.yüzyılda, Anglo-Sakson zihniyeti daha rahat dünyayı sömürsün diye sözde ulvi ve kutsal bir “bilimsellik” zırvalığı icad edip, onun arkasına saklanıp, her türlü emperyal kurnazlık tasarladıklarını anlatırız ilerde kısmetse. Yeter ki son yüzyılın tarihini iyi okuyalım ve insanoğlunun 20.yüzyılda başına gelen her türlü siyasal ve sosyal kaosda mutlaka bir İngiliz parmağı olduğunu iyice idrak edelim.


(Barış Tarımcıoğlu)

Şehvet Servet Şöhret

BU GEZMEDEN SONRA ALLAH KABUL ETSİN DEĞİL, ALLAH AFFETSİN DENİR ANCAK
(SİZİN ARAPLARA VERDİĞİNİZ PARAYA YAZIK DEĞMEZDİ HAKKATEN)

Türkiye’yi sarsan yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun içinden “jet umre” skandalı çıktı. Soruşturma kapsamında yürütülen teknik takip esnasında, rüşvet aldığı tespit edilen bakanın danışmanının da bir jet kiralayarak eşi, çocukları ve anne babası ile birlikte günü birlik umreye gittiği belirlendi. Taraf’ın haberine göre, jetin tüm masraflarını ise bakanlığa iş yapan bir başka müteahhitin ödediği yine takipte tespit edildi. Ankara’yı sarsan, jet umrenin ayrıntıları şöyle:
Adı rüşvet ve yolsuzluk operasyonuna karışan ve kabine revizyonunda koltuklarını kaybeden dört bakanın, yakın çalışma arkadaşlarınında, rüşvet çarkından yararlandıkları ortaya çıktı. İstanbul cumhuriyet savcılığı tarafından yapılan soruşturmada, bakanların özel kalem müdürü ve danışman gibi yakın çalışma arkadaşları da teknik takibe takıldı. Bu esnada, kabinenin en havalı bakanları arasında yer alan bir bakanın danışmanın da ilginç bir rüşvet skandalı yine takip esnasında ortaya çıktı. Söz konusu danışman, yaklaşık iki ay önce, ailesine umre sürprizi yaptı. Ve bunun için, iş adamlarına günlük olarak jet kiralayan bir firmayı aradı. Firma, daha çok iş adamlarının kullandığı jeti, danışmana bir günlüğüne kiraya verdi. Danışman ise, eşi, çocukları, anne ve babasını günü birlik umreye götürdü. Sabahın erken saatlerinde Türkiye’den kalkan jet, gece geç saatlere kadar danışman ve ailesini bekledi. İ.B. isimli danışman ve ailesi de gece geç saatlerde umreden döndü.
Yine teknik takip esnasında, danışmanın jet umrenin faturasını bir müteahhit firmaya ödettiği tespit edildi. Buna göre, firma, danışmanın günübirlik jet umresi karşılığında yaklaşık 40 bin dolarlık fatura çıkardı. Söz konusu faturayı ise, danışmanın ricası üzerine bakanlığa iş yapan bir müteahhit firma ödedi. Danışman ve ailesi böylece, tek kuruş harcamadan kutsal topraklara ziyaret etme imkanı bulmuş oldular. Bu arada, 40 bin doların içinde hava alanına gidiş ve vergi bedellerinin de bulunduğu bildirildi. Öte yandan, ailesine umreye götürmek için jet kiralayan danışmanın, lüks yaşantısı sürdürdüğü takip sırasında ortaya çıktı. Buna göre, danışmanın Ankara’nın Çayyolu semtinde bir villada oturduğu eşine ait de yaklaşık değeri 340 bin lira olan Audi Q-7 aracın bulunduğu öğrenildi.
Zafer Çağlayan Umre
AKP böyle sömürülüyormuş! Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun ikinci kademesi durdurulurken, ifade vermesi beklenen işadamlarından çoğunun yurtdışına giderek ‘yılbaşı nefesi’ aldıkları belirtiliyor. Bugün yarın kimler döner bilemeyiz. Değerli saatler ve bazı bakanların Paris’e götürülmesine ilişkin yazdıklarımıza bu kadar ilgi gösterilmesine doğrusu şaşırdık. Bir kaynağımız bize, beş ülkeye yapılan özel gezidekilere yeni iki bakanın da katıldığını söyledi. Paris’te Charles de Gaulle Havalimanı’na özel uçakla kimlerin indiği, üç yıldızlı Michelin restoranlarında kimlerin yemek yediği, Four Seasons Hotel’de (George V) ansızın önlerine çıkabilir. Zaten bunlar, telefon kayıtları savcılık dosyasında yer alıyor. Önemli olan şu; bu uçakları kim kiraladı, otel ve lokanta faturaları kimlere fatura edildi? En önemlisi de bu lokantalarda hangi şaraplar içilmelidir: Sassıcaıa (İtalyan), La Tache (Fransız) Evet, sadece Paris değil; New York, Londra, Milano ve Maldivler’e özel uçakla yapılan gezilerin de ortaya çıkarılması gerekmiyor mu bu soruşturmalar sırasında? Bazı bakanların danışmanları ve bürokratlarının da bu gezilerde bulundukları da not edilmeli.
Paris’e giden bakanlardan birinin danışmanı ile ilgili haberin dünkü Taraf’ta yayınlanması büyük tesadüf oldu. Hüseyin Özay imzalı haber, rüşvet operasyonunda yeni bir iddiayı gündeme getiriyor. Savcılık kayıtlarındaki belgelerden düzenlenen haberde, kabinenin ‘en havalı bakan’ının (Egemen Bağış) danışmanı İ.B.’nin (İbrahim Bayram), kiraladığı jetle 40 bin doları bulan günübirlik umrenin faturasını bir müteahhitin ödediği belirtiliyor. Danışman, bu jetle eşi, çocukları anne ve babasını umreye götürmüş. Uçağın parasını kim mi vermiş? Biz biliyoruz da, kendisinin açıklamasını bekliyoruz. Teknik takipte çıkan bir başka durumun da, bakan danışmanının Çayyolu’nda bir villada oturduğu, eşinin de 340 bin TL değerinde Audi Q7 cipe bindiği şeklinde. Bütün bu veriler şunu gösteriyor: Yandaşların Tayyip Erdoğan’ın partisini sömürdükleri açık. Erdoğan’ın birçok konuda farkında olmadığı anlaşılıyor.
Bu olaylar sırasında gözlerden kaçırılan bir söz var. Güvendiğimiz bir siyasetçinin ifadesine göre, kabinenin en dürüst bakanlarından biri sayılan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün -diğeri de Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar bakanlığı devir teslim töreninde şu sözleri her şeyi açık şekilde ifade ediyor: Çok şükür alnım ak olarak görevimi bırakıyorum. İnsanları neyin yoldan çıkardığını çok iyi biliyorum. Şehvet arzusu, servet arzusu ve şöhret arzusu yoldan çıkarır. Hiçbir savcı bu sözleri inceleme gereği nasıl duymaz!

(Yalçın Bayer, 2014)

Bitmeyen Cami Yıkımları

Başbakan Erdoğan’ın Yol oradan geçecekse o camiyi yıkarım sözleri, 1950-1960 yılları arasında Başbakanlık görevini üstlenen Adnan Menderes’in İstanbul’a yol açacağım diyerek 54 camiyi yıkmasını hatırlattı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP grup toplantısında yaptığı konuşma bizleri bir hayli geriye, geçmişe götürdü. Ne demişti Başbakan Erdoğan, gelin bir kere onu hatırlayalım: Yol medeniyettir. Ama medeni olmayanlar yolun kıymetini anlamazlar. Önünde cami bile olsa, yol oradan geçecekse o camiyi yıkar, o camiyi gider başka yerde inşa ederiz! Erdoğan’ın bu sözlerinin benzerini 1950-1960 yıllarının Başbakanı Adnan Menderes şu şekilde söylüyordu: Kentin imar gerekliliğini açıklarken, günün her saatinde tıkanarak büyük zaman kaybına yol açan Aksaray, Beyazıt, Eminönü, Karaköy, Tophane ve Taksim gibi düğüm yerlerinin yeniden düzenlenmesi gerektiğini, bu meydanları birbirine bağlayan ve kentin omurgasını oluşturan caddelerin iyileştirileceğini, Topkapı’dan Boğaz’a kadar kentin her mahallesinin aynı mükemmellikteki caddelerle birbirine bağlanacağını.
Dönemin Başbakanı Menderes söylediğini de yapmıştı. 1955-1957 yılları arasında sadece İstanbul’da 54 tane cami yol açma ve değişik imar faaliyetleri sebebiyle yıkıldı. Başbakan Adnan Menderes; İstanbul’da Tophane, Karaköy, Fatih, Eminönü, Beşiktaş’ta cami katliamı yapılması talimatını gözünü kırpmadan vermişti. Bu katliamı tasarlayabilmek için de sanki Türkiye’de mimar yokmuş gibi yurt dışından getirilen Fransız Mimar Henry Prost kullanılacaktı. Bu yıkım furyasından; hemen hepsi birer sanat eseri olan camiler, mescitler, türbeler, imarethaneler, medreseler nasibini alacaktı. Bu kıyıma Üstad Mehmet Şevket Eygi bile seyirci kalamamıştı. Eygi, Cami Kıyımı adlı kitabında, Cami kıyımı 1950-60 arasında da devam ederek yol açma bahanesiyle nice tarihi caminin temellerine kadar yıkılmasına sebep oldu demişti. Bu konuda yazı yazan, söz söyleyen, eser veren sadece Mehmet Şevket Eygi değildi. Reşat Ekrem Koçu, Sinan Meydan, Mustafa Mutlu, Prof. Dr. Semavi Eyice, Prof. Dr. İlber Ortaylı bu konuda yazı yazan, söz söyleyen birkaç isimdi. Adnan Menderes 1957 yılında İstanbul’da imar çalışmalarına ağırlık verdi. Bu proje kapsamında toplam 10 bin ev istimlak edildi. Amacı; İstanbul’u batılı-modern bir kent haline getirmekti. Ancak İstanbul’u batılı bir kent haline getirirken, manevi güç depoları sayabileceğimiz birçok tarihi eseri yerle bir etti.
Kamulaştırılan ve yıktırılan yapıların sayısı, aralarında çok sayıda tarihi eser de bulunmak üzere 7.289’u buluyordu. Bu yıkım hareketi için valiliğin, belediyenin, hatta kentteki İstihkám Taburu’nun bütün olanakları seferber edildi. Ancak istimlaklerin, bir oldu bitti havası içinde yapılması, yolun önüne çıkan her şeyin ne olduğuna bakılmaksızın yıkılıp yok edilmesi, istimlak bedellerinin düşük tutulması ve binlerce kişinin alacakları için aylarca beklemek zorunda kalması büyük bir toplumsal yaraya dönüşecek, üst üste ah alınacaktı. Aksaray civarında ’istimlak muhacirleri  adı verilen evsiz barksız bir kitle meydana gelmişti. Bu toplumsal sıkıntılar, 27 Mayıs’tan sonra Yüksek Adalet Divanı’nda hem Başbakan Menderes’in, hem de onun döneminde görev yapan beş belediye başkanının idam istemiyle yargılanmasına neden olacaktı. Adnan Menderes döneminde yıktırılan camileri tek tek belirleyebilmek çok zor. Bunu belirleyebilmek için Vakıflar’da geniş bir çalışma yapılması gerekiyor. Ancak bazılarının adlarını şöyle sıralayabiliriz:
1465 tarihinde inşa edilmiş olan tarihi Murat Paşa Camii (Bir bölümü), Vatan Caddesi yapılırken 1957’de yıkıldı.
Pertevniyal Lisesi yakınlarında bulunan Tarihi Oruç Gazi Camii, 1956 yılında yol yapım çalışmaları sırasında yıktırıldı.
Yenikapı yakınlarında 1479 tarihli Çakır Ağa Camii, yol yapım çalışmaları nedeniyle 1958’de yıkıldı.
Aksaray’da Vatan Caddesi’nin başlangıcındaki Fatih döneminden kalma Camcılar Camii ve çeşmeleri, 1957 yılında yol yapım çalışmaları nedeniyle yıkıldı.
Aksaray’da 1555 yapımı Kazasker Abdurrahman Camii 1957’de yol yapım çalışmaları nedeniyle yıkıldı.
Karaköy Kabataş arasında bugünkü Mimar Sinan Üniveristesi’nin tam karşısındaki Salıpazarı Süheyl Bey Camii 1957’de yol yapım çalışmaları sırasında yıkıldı.
Karaköy Kabataş arasındaki 1878-1879 yapımı, özgün mimariye sahip nadide bir eser olan Karaköy Mescidi, 1958’de yol yapım çalışmaları sırasında yıkıldı.
Karaköy Kabataş arasındaki 2.Mahmud döneminden kalma, 1826 yapımı tarihi Nusretiye Camii ve sebili 1958’de yol yapımı sırasında tahrip edildi.
Karaköy Kabataş arasındaki Mimar Sinan eserlerinden, Kılıç Ali Paşa Camii ve müştemilatı 1958’de yol yapım çalışmaları sırasında tahrip edildi. Yol yapılırken yıkılanlar bunlarla sınırlı değil elbette. Bakın daha neler var.
Hoca Sinan tarafından yaptırılan Azepler Mescidi Fatih’li yıllardan kalmadır ama hamamı ile birlikte yola katılır.
Kanuni devri hatırası Tüfenkhane Mescidi üç kuruşa satılır.
Saraçhane Mescidi’nin üzerinde ise şu an resmi daireler vardır.
Zeytinciler Mescidi 1957’de yok edilir.
Unkapanı’ndaki Voynuk Şücaeddin Camii’nin yıkım emrini kimin verdiği hiç anlaşılamaz. Hazire bile darma duman edilir, İstanbul’un ilk Belediye Başkanı Hızır Bey’in mezarı ortada kalır. Arsalar tekrar camileştirilemesin diye hızla betonlaştırılır ki bu alanda İMÇ blokları yayılır
Mimar Ayas Mescidi (Saraçhane Mescidi) ise 1953’te toprak olur.
1953’teki yıkımdan Karagöz Mescidi de nasibini alır. Yıkılanlar sadece cami ve mescidler değildir. Hanlar, hamamlar ve de çeşmelerden katliamdan kurtulamaz. İşte onlardan da birkaçı: 2. Abdülhamid Çeşmesi; 1319 yılında İtalyan Mimar Raimondo d’Aronco’ya yaptırıldı. Mermerden oluşan bu çeşme, Osmanlı mimarisinin barok usulü mimarisinin terk edildiği dönemde yaptırılmış olsa da önünde bulunan Nusretiye Cami’ne uyum sağlaması açısından bu üslupla tasarlandı.
Sultan Bayazıd devrinde inşa edilen Karabaş Hamamı ise, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun muhafaza kararına rağmen yıktırılır.
Emin Ağa Sebili ve Çeşmesi; Dolmabahçe Camii karşısında yer alan bu yapı da 1957 yılında yol yapım çalışmaları sonucu yıkıldı. 1964 yılında ise yerine monte edildiyse de eskisi gibi pek bir anlamı kalmadı.
Yıkılmış olan camiler ve ecdat eserlerinin İnönü zamanında, tek parti oligarşisi devrinde yok edildiği bilinir. Ancak Adnan Menderes’in 1950 ile 1960 yılları arasındaki demokrat iktidarı devrinde de hayli tarihî eser kıyımı yapıldı. Karaköy meydanındaki, Sultan Abdülhamid Han’ın Sermimarı İtalyan Raimondo D’Aranco’nun projesini çizdiği art nouveau stilindeki güzelim cami de kör kazmaya kurban gidenler arasındadır. O cami yıkılırken, doğan tepkileri yumuşatmak amacıyla taşlarını numaralayıp, Burgaz adasına götürüp, camiyi aynen orada kuracağız denmişti. Sonra numaralı yapı taşları da yok ettiler. İddiaya göre camiden kalanları yükledikleri mavna Marmara’da çıkan fırtınada batmıştı.
Şöyle diyor İlber Ortaylı: “Falan mahallelerdeki camilerin depo yapıldığı söyleniyor ama Menderes’in imar çalışmaları sırasında rölöveleri ve albümleri bile çıkarılmadan tarihe gömülen Mimar Sinan mescitlerinden, Beyazıt’ta yıkılan Kemankeş Kara Mustafa Paşa Camii ve Medresesi’nden bahseden Müslüman yok. Topkapı’daki Kara Ahmet Paşa’nın Mimar Sinan eseri zarif sebilinden (ki bence istisnai bir Rönesans tipi fontanaydı, inşaat makineleriyle yıkılışını gözümle gördüm) bahseden Müslüman da yok. Bu memleketin tahribi şu veya bu grubun işi değildir. Yaptığımız toptan bir kepazeliktir”.
AKP iktidarının sadece yol için cami yıkmadığı, AVM’ler için de cami yıktığı belirlendi. Türkiye’de bazı illerde alışveriş merkezlerini çalıştıran ve aynı alışveriş merkezini Malatya’da kurmak için eski hal binasının bulunduğu alan içindeki cami ve sosyal tesisleri 52 milyon 500 bin TL’ye satın alan Hollanda kökenli bir şirket, alandaki inşaat çalışmaları kapsamında Hal Camii’ni yıktı. Çevredeki vatandaşlar Nisan ayındaki yıkıma tepki gösterirken, yıkılan Hal Camii’nin 12 yıllık imamı Recep Gök, yaşanan durumdan dolayı çok üzüldüğünü ve 20 günden beri uyuyamadığını ifade etti.
Araştırmacı Tarihçi Cezmi Yurtsever, İstanbul’da yıkılan ve satılan 113 cami ve mescidin ibadete kapandığını bildirdi. Yurtsever, 2009 yılı içinde tarihi araştırmalar yapmak üzere İstanbul’da, Süleymaniye Kütüphanesi’nde çalışırken Eminönü Camileri adlı İstanbul Müftülüğü’nün 1987 yılında yayınladığı kitabı bulduğunu ve kitabın sayfaları arasında Eminönü ilçesinde faal olmayan camiler in isimlerini gösterir bir liste ve camilerin bulunduğu yerin haritasını gördüğünü belirtti. Yurtsever, Sultanahmet Camisi’nin yanı başında ve Kadırga-Kumkapı arasındaki ara caddelerde çok sayıda cami ve mescidin harabelerine yıkılmış minarelerini gördüm. Kadırga yokuşunda bulunan Helvacıbaşı Mescidi’nin kapalı giriş kapısından içeri baktığımda yıkılmış minaresini gördüğümde yüreğim titredi.


(Timuçin Mert)

Neriman

Kapılar açıldı, ilk durakta metrobüse binen her insan gibi Neriman da hemen boş bir yer kapıp oturma gayesindeydi. Önündeki biraz ağır hareket eden emmiyi, Kevin Garnett'in perdelemesinden sıyrılan Kobe Bryant edasıyla şık bir vücut çalımı atarak geçti. Arkasındaki insanların kendisini sollamasına izin vermemek için dar koridorun tam ortasından yürümeye özen gösteriyordu. Ya ne yürümesi, bildiğin it gibi koşturuyordu Neriman ama bu esnada en çok "Ya biraz yavaş yaa" diye söylenen de o oluyordu. Sonunda boş bir koltuk kestirdi gözüne, oturdu. Devasa boyutlardaki çantasını dizinin üstüne koydu, cebinden kulaklığını çıkarıp kulağına taktı, hoş bir müzik eşliğinde pencereden uzakları seyretti. Az önce ortalığın amına koyan El Kaide militanı kendisi değildi, o şu an dünyanın en asil insanlarından biriydi. Yayıldıkça yayıldı Neriman, bir gün hiç kalkmayacakmış gibi oturdu.

İş dönüşü bu sefer otobüsü tercih etti Neriman. Ön kapıdan girebildi otobüse, fakat arka sıralara doğru ilerleyemedi zira otobüste adım atacak yer yoktu. Kimisi Neriman gibi ön kapıdan girememişti otobüse, mecbur arka kapıdan giren insanlar da vardı. Akbil basma yeri önde olduğu için akbillerini önlerinde kim varsa ona uzattı bu insanlar, "Elden ele dolaştırın da basıverin şunu" diye. O elden ele dolaşan akbil en sonunda Neriman'a uzatıldı, Neriman kendisine uzatılan akbil'e fizibilite raporu gören İhsan Emmi gibi boş boş baktı, elini oynatmaya tenezzül etmedi. Neriman'ın yanındaki adam daha uzakta olmasına rağmen akbil'i sahiplendi, "Ver birader ver" deyip bastı akbil'i. Neriman, bir gün hiç arka kapıdan otobüse binmeyecekmiş gibi kılını kıpırdatmadı.

Neriman neden bu kadar çok toplu taşıma kullanıyordu biliyor musun? Bir gün araba sahibi olabilmek için. Yani elbette bu kadar çalışıp bu kadar sabretmesinin tek sebebi bu değildi, fakat sebeplerinden birisi buydu. Sorun şu ki Neriman, kendi yaptığı işi bile düzgün yapamayan o insanlardan biriydi. Bu nedenle hep başkalarıyla arasını iyi tutmalı, özellikle kendisinden yüksek statülü insanlarla iyi geçinmeliydi. Yoksa kendi başarısıyla hiçbir boka varamayacağını o da içten içe çok iyi biliyordu. Önünde çok fazla seçenek yoktu Neriman'ın: Ya kendisine istediklerini verebilecek bir salakla evlenmeliydi, ya da biriktirmeliydi. İlk seçenek gerçekleşene kadar da biriktirmeyi tercih etti Neriman. Sanki bir gün hiç bitmeyecekmiş gibi biriktirdi.

Neriman, Cahit Berkay'ın müziklerini Turkcell reklamlarında kullanması için "Rezillik yea, yazık..." derdi. Veya Rutkay Aziz'in banka reklamında oynaması için "Ustaya yakışmadı" yorumunda bulunurdu. Zira idealist bir kadındı Neriman. Fakat iki gün önce kendisine "Aptal karı" diyen patronuna hiçbir tepki göstermemişti. Neriman ya kendisinin aptal bir karı olduğunu biliyordu ve bunun kendisine söylenmesini de vakur bir tavırla haklı bulmuştu, ya da para kazanmak zorunda olduğu için bunu sineye çekmişti. Konu başkalarının hayatı olunca idealist kesilen Neriman, iş kendisine gelince ne kadar da materyalist bir dalyarrak oluyordu. Doğrusu Neriman, sanki sıra hiç kendisine gelmeyecekmiş gibi ahkam kesiyordu.

Ofis arkadaşlarıyla nezih bir mekanda fasıla katılacaktı Neriman. Normalde hiç işinin olmayacağı kanun, tambur gibi çalgılar eşliğinde eğlenecekti. Bu, Neriman için nasıl da büyük bir kendini gösterme, "Ben buradayım!" deme fırsatıydı. Özenle süslendi, beline kadar açık bir sırt dekolteli ve derin göğüs dekolteli elbisesiyle etrafa gülücükler saçtı. Bir ofis arkadaşının getirdiği hoş bir çocukla gece boyunca sık sık kesişmişti Neriman, bu sebeple de o geceden sonraki birkaç hafta boyunca Facebook'una bakıp durmuştu "Acaba beni ekler mi?" umuduyla. Neyse, bir gün kısa boylu, bıyıklı bir adam adres sordu Neriman'a. Neriman o sikilesi kaknem suratıyla "Bilmiyorum" cevabını verdi, oysa gayet de biliyordu kendisine sorulan yeri. Madam Curie'ydi sanki bizim götü mantarlı Neriman, bir tebessüm bile etmemişti bu adama. Zira o namuslu bir kadındı, fakat bu kısa kollu gömlek giyen, bıyıklı, güdük adama karşı namusluydu. Bir gün kendisi hiç hor görülmeyecekmiş gibi hor gördü başkalarını Neriman.

Neriman ne tarih bilirdi, ne siyaset. Ne din konuşabilirdin onunla, ne felsefe. Hatta bu konuları es kaza ona açmaya kalksan ya seni idare edip konunun değişmesini beklerdi, ya da seninle alay ederdi. Zira bunlar hiçbir sike derman olmayan meselelerdi. Bunları öğrenmek için harcanmayacak kadar değerli olan vaktinin büyük bir bölümünü, fırsatlarla dolu Avon kataloğuna harcardı Neriman. Hatta dikkat çekmek için arada sırada futbol öğrenmeye bile çalışırdı Neriman. Tuttuğu takımdaki zenci futbolcuların yarrak boylarıyla ilgili iki ucuz espri yapınca nasıl da ilgi toplardı Neriman. Hayat buydu işte. Başka ne olabilirdi ki? Sanki bir gün hiç ölmeyecekmiş gibi yaşardı Neriman.

Derken en sonunda öldü Neriman. Öyle "vefat etti", "aramızdan ayrıldı" falan değil, öldü. En çok çocukları üzüldü bu duruma. Aslında Neriman anneleri olmasa, onun ölümüne hiç üzülmezlerdi, fakat ne de olsa anneleriydi. İster istemez insan kahroluyordu. Cenaze törenine katılan birkaç arkabası ve arkadaşı da üzülmüştü Neriman'ın ölümüne. Onlar da her ne kadar bunu kendilerine bile itiraf edemeseler de, sırf çok görüştükleri ve çok yakın oldukları için üzülmüşlerdi Neriman'ın ölümüne. Sırf duygusallıktan yani. Yoksa Neriman bu hayatta ne yapmıştı ki onun kaybına üzülsün insanlar? Ne sike derman olmuştu Neriman? Yıllarca yaşadığı şu hayatta toplasan kaç saatini başka insanların mutluluğu için harcamıştı Neriman? Cenaze törenine katılan diğer otuz veya otuz beş kişilik kalabalık ise "üzgün görünmeliyim" diye uğraşıyorlardı. Hatta bazıları "Ulan benim bu duruma üzülmem lazım ama üzülemiyorum, neden üzülemiyorum ya?" diye utanıyorlardı kendilerinden. Zira herkes biliyordu ki, tıpkı kendileri gibi Neriman da iyi biri olmak için değil iyi biri gibi görünmek için uğraşıyordu. Neriman zamanla unutuldu, bir gün karşısına çıksa "Merhaba" demeye tenezzül etmeyeceği Adanalı tarla işçisi Kara Bilal tarafından Neriman'ın götüne tıkanmak üzere toplanan o pamuklar toprağa karıştı. Neriman hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadı ama sanki hiç dirilmeyecekmiş gibi öldü.

2 Ocak 2014 Perşembe

Sapkın Uzaylı Dini ve Kadın Peygamberi

Vedia Bülent Çorak adlı kadın, Alfa Kanalı’ndan ilahi mesajlar aldığını iddia ediyor, adına para bastırıyor, ciklet falı gibi kutsal kitap yazıyor. Dünya Kardeşlik Birliği Mevlana Yüce Vakfı Başkanı Vedia Bülent Çorak‘ın, Alfa Kanalı’ndan (Kutsal kitapların Alfa Kanalı aracılığıyla indirildiğine inanıyorlar) gelen vahiylerle yazdığını ileri sürdüğü Bilgi kitabı‘nın safsatalarla dolu olduğu belgelendi.

Sikkeli safsata tarikatı    Bilgi Kitabı, Vedia Bülent Çorak - Pera Mezat

Uzaydan Yeni Modern Bir Din Getiren

Kendini de Peygamber İlan Eden Vedia Bülent Çorak

Çelişki Dolu

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Prof. Dr. Yusuf Şevki Yavuz, Prof. Dr. Mustafa Öz ve Prof. Dr. İlyas Çelebi oluşturdukları bir komisyonla Bilgi kitabını inceleyerek bir rapor hazırladılar. “Bilgi kitabının din kitabı olmadığı bildirildiği halde, tanrısal merkezli bir kitap olarak vurgulanması büyük bir çelişki içeriyor” ifadesine yer verilen raporda, kitabı yazan kişinin de çelişkileri fark ederek, bu çelişkilere bilinçli olarak yer verdiği belirtildi.

Toplumsal Düzeni Bozar

Raporda, Bilgi Kitabı’na göre üç üyenin ortak hesap açmaları gerektiği ve bu hesabın direkt olarak başkan tarafından da kullanılabilmesine olanak sağlandığı böylece yasal olmayan yöntemlerle üyelerden para toplandığı saptandı. Raporda şunlara yer verildi:

“Kitap Hinduizm, reenkarnasyon, Kabala mistisizmini, Hıristiyanlık’tan Teslis’i, Batınilik’ten Hurufiliği, Tasavvuf’tan Vahdet’i Vücud’u, milenyum akımlarından UFO’culuğu alarak birleştirmeye çalışan tutarsızlıklarla dolu bir eserdir. Bilgisiz, cahil, eleştiri kabiliyeti olmayan ve istismara müsait insanları kandırmak ve yanlış yollara sürüklemek için bir araç. Bu nedenle insanlara okutularak dikte ettirilmesi sakıncalıdır. Türk toplumunun aile yapısını darbe vurucu nitelikte toplumsal düzeni ve birliği bozacak özellikte bir kitaptır.”

Çorak, yazdığı Bilgi kitabının Alfa Kanalı’ndan kendisine yazdırıldığını, hatta bu kitapla diğer bütün kutsal kitapların devrinin sona erdiğini iddia ediyor.

Evrensel Üyeler

MURAT GÜLŞAN - MEVLANA KARDEŞLİK BİRLİĞİ!...

Mevlana Perdesi Altında Herkesi Yeni Din Altında Toplamak İsteyen Derneğin Amblemi

Amblemin Şeytani Mason Simgesi Benzeri Üçgen İçermesi ise Düşündürücü

Kendisini bir nevi sahte peygamber ilan eden 80 yaşındaki Çorak geçtiğimiz günlerde üyeleriyle birlikte kendilerine özgü 18 Şubat evrensel yılbaşını kutladı. Ümraniye Prenses Otel’de düzenlenen 6 ayrı ülkeden yaklaşık 996 vakıf ve dernek üyesinin katıldığı kutlama, polis tarafından adım adım izlendi. Yılbaşı kutlaması için Meksika, Şili, Almanya, İspanya ve Hollanda başta olmak üzere dünyanın dört bir yanından dernek üyeleri İstanbul’a geldi.

Soruşturma Başlatıldı

Dernek hakkındaki şikayetler üzerine, Vakıflar Genel Müdürlüğü müfettişleri ve Kadıköy Cumhuriyet Savcılığı, Vedia Bülent Çorak ve merkezi Kadıköy’de bulunan, Türkiye’nin 81 ilinde temsilciliği bulunan vakıf hakkında soruşturma başlattı.

Biraz da Titancılık Yapmışlar

Dernek ve vakfın 1995 yılında Mali Çalışma Kolu’na atanan Gülay Akdağ, dernek ve vakıf hakkında bazı suçlamalarda bulunarak istifa etti. Akdağ Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne ve Kadıköy Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunan Akdağ’ın iddialarına göre, vakıfta iktisadi bir teşekkül kurulması gerektiği halde Çorak ve kızı Seyün bu teşekkülü kurmak istemediler. Süreli yayınları varken soruşturma yapan müfettişlere yok dediler. Oysa 8 yıldan beri 3 ayda bir yayınlanan Altınçağ adlı dergi isteyen herkese satılıyordu. Anahtar lık, fular, amblemli kupalar, üyelere satılırken bunların bir kısım gelirleri resmileştirilirken bir kısmı da açıktaki hesaplarda toplanıp başkana verildi. Kutsal Bilgi kitabı İbranice, Rusça, Almanca ve Türkçe olarak 75 Euroya satılıyor. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan emekli olduktan sonra derneğe üye olan emekli Kıdemli Albay Yıldırım Özalpman ve derneğin hukuk kurulunda görevli avukat eşi Yıldız Özalpman da yapılan yolsuzluklar nedeniyle dernek ve vakıftan istifa ederek savcılığa suç duyurusunda bulundu.

(Yeni Şafak)

***

Tarikat Görünümlü Sapıklık Örgütü

Vedia Bülent Çorak garip ve sapık bir tarikat kurdu. Adına para bastırdı. 2014 yılını kıyamet günü ilan etti. Hızla yayılırken, işin içine para girince herşey tepetaklak oldu.
Vakıf görüntüsü altında tarikat grubu halinde yayılan ‘Mevlana Yüce Vakfı’na eski üyeleri savaş açtı. 2014’te kıyametin kopacağını ve sözde kutsal kitaplarıyla hüküm süreceklerini öne süren vakfın başkanı Vedia Bülent Çorak, yolsuzlukla suçlanıyor.

Dünya Kardeşlik Birliği Mevlana Yüce Vakfı, 2000’de kıyametin kopacağını duyurmasıyla tanındı. Binlerce üyeli vakıf şimdi de 2014’ü belirleyerek yeni müridler edinmeye ve para toplamaya başladı. Vakıf Başkanı Vedia Bülent Çorak adına para bastıran örgütlenme, 18’li tarikat grupları halinde dünya çapında yayılırken, eski üyeleri ve ilahiyat profesörleri ise hukuk savaşı başlattı.

AÇIK HESAPTA TOPLANIYOR

Bağdat Caddesi’nde kurulan vakıf, esrarengiz bir yapılanma yürütüyor. Her yıl 1 Kasım’da toplanan 81 il temsilcisi, 80 YTL giriş ücreti ödüyor. Temsilciler devlet adamları ile görüşüyor, sanatsal etkinliklerde bulunuyor. Başkan Çorak, yazdığı Bilgi Kitabı ile kutsal kitapların devirlerinin sona erdiğini iddia ediyor. Kendisini peygamber ilan eden Çorak, Mevlana’nın yeryüzündeki bir yansıması olduğunu söylüyor.

TİYATRO KURMUŞLAR

Derneğin 1995’te mali bölümüne atanan, daha sonra istifa eden Gülay Akdağ’ın iddialarına göre, Bilgi Kitabı 4 dile çevrilerek 75 eurodan satılıyor. Etkinlikler ve satıştan toplanan paralar, Çorak’ın belirlediği özel kasa görevi yapan kadınlarda toplanıyor. Derneğin üyesi Selma Aras ve tiyatrocu Seden Kızıltunç’un kurduğu ‘Kozmoz Evrensel Tiyatrosu’ da vakıf için faaliyet gösteriyor.



Derneğin Sadece Türkiye’de 1.000 Kadar Üyesi Olduğu Biliniyor

PSİKOLOJİLER BOZULUYOR

Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan emekli olduktan sonra derneğe üye olan Kıdemli Albay Yıldırım Özalpman ve derneğin hukuk kurulunda görevli avukat eşi Yıldız Özalpman da yapılan yolsuzluklar nedeniyle vakıftan istifa edenlerden. Özalpman, bu dernek ve vakfın, tekke ve tarikat düzeni içinde çalışmalarını yürüttüğünü açıkladı. Yıldız Özalpman ise ‘Vakfa katılanlar zaman içinde irade zaafına uğruyor. Ağır psikoza varacak şekilde hastalanıyorlar’ diye konuştu.

TOPLU İNTİHARLARA NEDEN OLABİLİR

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Yusuf Şevki Yavuz, Prof. Dr. Mustafa Öz ve Prof. Dr. İlyas Çelebi, bir komisyon oluşturarak ‘Bilgi Kitabı’ hakkında rapor hazırladı. Din mensuplarının tahkir edilerek kitabın kutsallaştırılmaya çalışıldığı ifade edildi. Kitapta yer alan şarlandırmaların ABD’deki örnekleri gibi ileride toplu intihar yaşanma ihtimali vardır denildi. Doç. Dr. Ramazan Biçer de bu gizli tarikatı incelediğini söyledi. Biçer, ‘Çorak, kendisine ilahi bir kişilik kazandırarak, üyelerini dolandırmaya çalışmaktadır’ dedi.

FİKRET HAKAN DA TUZAĞA DÜŞMÜŞ

Ünlü sanatçı Fikret Hakan’ın da Mevlana derneği zannettiği ‘Dünya Kardeşlik Birliği Derneği’ne’ bir süre girerek faaliyetlerine katıldığı ortaya çıktı. Ünlü sinema sanatçısı ‘Daha ilk günden bana uzaydan indiği söylenen bazı mesajları okutmaya kalktılar. Her toplantıda sürekli fasikülleri okutuyorlardı. Baktım yaptıkları işin Mevlana ile ilgili bir yanı yok. Ben de bu dernekten çıktım’ diye konuştu.

(Nihat Uludağ, Star)

***

Yeni Kitap Yeni Peygamber

Beyti Dost hareketinden sonra gündeme gelen bir başka hareket de Bülent Çorak ve Bilgi Kitabı oldu. Gazetelere yansıyan şekliyle Mevlânâcılar olarak bilinen, bazılarına göre de Türkiye’nin en yaygın new age dini. Liderlerine UFO‘lar aracılığıyla fasikül fasikül yazdırıldığı iddia edilen 621 sayfalık bir kitapları var. Yıllardır uzaydan mesaj aldığını iddia ediyorlar. Bilgi Kitabı’na göre asıl adı Mevlânâ, şecere zincirinin bir ucu Atlantis’e, bir ucu Amon’a, bir ucu da Zeus mabetleri’ne kadar uzanıyor.



Tek Kurtuluşu Hayali Uzaylılardan Gelecek Mesajlara Bağlayan Sapkın Tarikatlar

Amerika’dan Dünyaya Yayılmış ve Dünyada Birçok Sapkın Din Ortaya Çıkarmıştır

İnananlarının sayısı ile ilgili net bir rakam yok. Türkiye’nin önemli tüm illerinde ve Almanya, İngiltere, ABD, Avustralya’da örgütlüler. Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate alarak politik bir çizgi takip ediyorlar. Hem İslamiyeti hem de Kemalizmi kendilerinde birleştirerek mecburi istikamet olarak ortaya çıkıyorlar. Mustafa Kemal‘in kurduğu laik Türkiye’nin, kıyamet aşamasındaki dünyaya ışık tutacağına inanıyorlar.

Bilgi Kitabı’nın hareketin kurucusu olan ve kendini Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin enkarnesi olarak gören Vedia Bülent Çorak’a, ‘rab kanalı alfa merkezi’ne bağlı olarak yazdırıldığı iddia ediliyor. Böylece hem Bülent Çorak’ın vahiy alan bir peygamber olduğu, hem de Bilgi Kitabı’nın kutsal bir hüviyeti haiz vahiy kitabı olduğu ima ediliyor. Eserin genel söylemlerinden anlaşıldığı kadarıyla vahiy, ilham ve Tanrı gibi dini kavramların yerine matematik, astronomi ve fizik gibi pozitif bilimlerin kavramları konulmakta ve böylece modern çağa hitap eden yeni bir din ortaya koyma çabası içinde olunduğu görülmekte.

Bilgi Kitabı kendini, tüm dini kitapları birleştiren, hakikati açıklayan, altın çağ’a çağıran, dünya boyutunun bilmediği boyutlardan bilgi transferi gerçekleştiren konseyin özel kanalına bağlı tüm göksel kitapların muhtevasına sahip bir kitap iddiasıyla takdim eder. Bilgi aldığı kanalı ise alfa kanalı, merkezi sistem, yüce meclis, evrensel birleşim konseyi, merkez üssü merkeze bağlı ufo gruplarıdır. Amaç ise dinsel ve evrensel birleşim şeklinde açıklanır. Bilgi Kitabı’nda Kur’an-ı Kerim‘in 1999 yılına kadar geçerli olduğu, 2000 yılından itibaren başlamış olan dördüncü dönemin kitabının Bilgi Kitabı olduğu söylenmekte ve bu kitabın “bugüne kadar gönderilmiş tüm kutsal kitapların içeriğini haiz ve onları birleştiren bir kitap” olduğu ileri sürülüyor.Yani kendi yazdığı fasiküllere Kur’an’ın özelliklerini yakıştırıyor.Toplantıya katılanlara Çorak’ın fasikülleri elle yazdırılarak çoğaltılmakta. Üstelik hem bilincin otomatikman kilitlenmemesi için şüpheden uzak durup hem de bilinç seviyesi ölçümüyle açılan kapılardan geçebilmek için Kitaba Özel olarak konulan Çelişkiler ve bazı ters Bilgileri atlamadan!

World Brotherhood Union
75 Euro‘ya Satılan Kutsal Kitap Bilgi Kitabı’na göre

Kur’an-ı Kerim 1999 Yılında Geçerliliğini Kaybetti !

Dünya Kardeşlik Birliği (DKB) adı verilen örgütlenmeye rağbet edenlerin çoğunluğu, çeşitli kişisel, toplumsal ya da ailevi sorunlarına çözüm arayışında olanlar. Ancak Bilgi Kitabı’nın ne söylediğini, ne dediğini tam olarak yorumlayamayan bilinci zayıf üyelerde Obsesyon yani bir konuya, bir korkuya takılıp kalmak olgularının ortaya çıkmasına neden oluyor. Dernek içerisindeyken kriz geçiren, psikolojik tedavi görmek zorunda kalanlar var.

Hem Ufo’cu Hem Atatürkçü

DKB’nin güçlenmesinde Atatürkçülük kilit bir rol oynuyor. Bilgi Kitabı Musa – İsa – Muhammed Mustafa – Mustafa Kemal. Bunlar direkt enkarnelerdir. Direkt Uzaylılardır ve Planetinize Plandan Sistem kurmak üzere gönderilmişlerdir diyor. Bir başka yerde de, belli ki dünyanın uzaylılarca ele geçirileceğinden korkan yüreklere mesajlar veriliyor: “Bizler hiç bir zaman planetinize zorla el koyarak zorba bir düzen getirecek sistem tatbikçileri değiliz. Sistem Rabbimizin Sistemidir. Siz yine kendi düzeninizi kendiniz kuracaksınız. Ancak planın öngördüğü doğrultuda. O yüce bir görevli ve planın öz elemanı olarak yaptığı reformik yansımalar ile Anadolu insanını kendine kazandırmıştır. Bu yüzden Atatürk Türkiyesi, büyük koruma altındadır” Daha pekçok mesajla dünyanın kurtuluşunda Atatürk ve Türkiye’nin önemi vurgulanıyor. Önderliğini Cenap Başman’ın yaptığı Maron Hareketi de sık sık Atatürk Türkiyesi’nin vazifedar ülke olduğunu söylüyor.



Uzaylı Dininin Üyeleri, Dünyanın Atatürk Düşüncelerinin Işığı

Yardımıyla Kurtulacağına İnanıyorlar

DKB’nin içerisinde yer almış ancak daha sonra değişik nedenlerle ayrılmış üyelerin verdiği bilgiye göre Bülent Çorak çoğuna göre bir peygamber. Çalışma ve yayılma konusunda özel bir çabaları yok. Her üye etrafındaki insanlara bilgi kitabını veriyor. Ona ihtiyacı olan, Zamanı geldiği zaman, ki bu kişinin tekamül düzeyine ya da kendi programına göre değişir, bir şekilde DKB’ye kendi geliyor. Katılanlara zorlama ya da yaptırım yok.

Çalışmalar Evrensel Birleşim Merkezi Derneği ve Mevlânâ Yüce Vakfı adı altında yapılıyor. Ekonomik düzenlemeler, basın-yayın faaliyetleri, Alevi-Bektaşi dernek ve cemevleriyle ilişkiler ve uluslararası ilişkiler vakıf tarafından yürütülüyor. Görünmeyen kısımdaysa dernekle vakfın legal çatısı altında illegal çalışmalar var. Buna “18 Çalışması” deniyor. 18 kişi her salı günü ya da gecesi içlerinden birinin evinde biraraya gelip Bilgi Kitabı’nın 55 fasikülü içinden bazı sayfaları dönüşümlü olarak okuyor. Bununla kendini sayfalara vererek okurken, bir inanca kendini konsantre etmekten kaynaklanan, aura denen bir manyetik alan oluşturabilmek amaçlanıyor. Böylece iyilik, güzellik, kardeşlik için dünyaya pozitif bir yansıma oluşturulması hedefleniyor.

(www.aksiyon.com.tr)

CFR Türkiye

Yönetenlerden
Siyonizm’in en güçlü lobisi ve derin yapılanması olan Council on Foreign Relations (CFR) Dış İlişkiler Konseyi’nin Türkiye ayağı da kuruldu. Yapı Kredi Plaza D Blok’ta faaliyetlerini sürdüren bu kurum, Türkiye’de Global İlişkiler Forumu (GİF) adı ile örgütleniyor. GİF, CFR’ın “Konseyler Konseyi” olarak nitelendirdiği yapılanmanın Türkiye ayağıdır. CFR Turkey olarak tanımlanıyor. Global İlişkiler Forumu (GİF) 285 kişilik oldukça kapsamlı bir üye listesine sahip. Bir dönem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da konuk olduğu Councel of foreign Relations (CFR) adlı kuruluş, ABD merkezli ve dünya egemenliğini amaçlayan üst düzey elitlerin üye olduğu küresel bir masonik kuruluştur. Dünyanın en zengin ailelerinin üye olduğu CFR, dünyayı yönetme arzusundaki Siyonizm’in gözle görülebilir en önemli yapılanmalarından biridir.

Ünlü araştırmacı yazar William Blase, CFR’yi şöyle anlatmıştı; “CFR, Amerika Birleşik Devletleri’nin Yönetici Eliti’nin promosyon koludur. En etkili politikacılar, akademisyenler ve medya şahsiyetleri buraya üyedirler. Roosevelt döneminde CFR, Amerikan siyasi hayatını ele geçirdi. CIA kuruluşundan beri neredeyse hep CFR kontrolü altında olmuştur. CFR, yüzlerce programın sponsorluğunu yapmaktadır. Medyadaki, eğitim ve eğlence alanındaki CFR üyeleri, “hümanizm” ve dünya kardeşliği propagandalarını yayıyorlar. Bir dünya hükümeti altında hepimiz barış içinde yaşamalıyız ve milliyetler ve vatanperverlik gibi bencil şeyleri de unutmalıyız. Kendi sorunlarımızı çözebiliriz. Tanrıya veya moral değerlere ihtiyacımız yok.”
American Airlines, American Express, BMW of North America, Chevron Citibank, Coca-Cola, Ford Motor Company, General Electric, General Motors, Hilton Hotels, IBM Corporation, J. P. Morgan &Co., Mitsubishi, New York Times, Pepsi Co, Phillips Petroleum, Siemens Corporation, Sony Corporation ve Toyota Motor Corporation gibi binlerce marka ve şirketin üye olduğu CFR, New York’ta 29 Temmuz 1921’de kuruldu. CFR, Piramit, Süleyman mabedi, tek hükümetli dünya, Sion’un oğullarının vaat edilmiş birleşik krallığı, evrensel kardeşlik gibi fikirleri savunan gizli cemiyetlerin bu ideolojisini ilk harekete resmi olarak geçiren kuruluş oldu. Siyonizm’in en güçlü lobisi ve derin yapılanması olan Council on Foreign Relations, CFR – Dış İlişkiler Konseyi’nin Türkiye ayağı da kuruldu. Yapı Kredi Plaza D Blok’da faaliyetlerini sürdüren bu kurum Türkiye’de Global İlişkiler Forumu (GİF) adı ile örgütleniyor. GİF, CFR’ın “Konseyler Konseyi” olarak nitelendirdiği yapılanmanın Türkiye ayağıdır. CFR Turkey olarak tanımlanıyor. 285 kişilik oldukça kapsamlı bir üye listesine sahip olan Global İlişkiler Forumu’nun (GİF) başında da Rahmi Koç bulunuyor.
Council on Foreign Relations, CFR – Dış İlişkiler Konseyi’nin Türkiye ayağı olan CFR Turkey’in 285 isimden oluşan listesinde ise oldukça şaşırtıcı isimler bulunuyor. Doğan Holding adına Hanzade Doğan Boyner, Eczacıbaşı Holding adına Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, Coca Cola Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Muhtar Kent, Profilo’dan Yönetim Kurulu Başkanı Kerim Kamhi, UEFA Başkan Yardımcısı Şenes Erzik, Alarko Şirketler Topluluğu’ndan Leyla Alaton, Odaları ve Borsalar Birliği’nden Rifat Hisarcıklıoğlu, Tekfen Holding’den Yönetim Kurulu Başkanı Feyyaz Berker, Yılmaz Büyükerşen, Tarhan Erdem, Ayşe Kulin, İlber Ortaylı, Altan Öymen ve Gazeteci Yazar Sami Kohen de CFR’nin listesinde arzı endam eyliyorlar.
Dünyanın en derin ve en etkili Siyonist yapılanmasının Türkiye ayağındaki muhafazakar isimler de oldukça dikkat çekici. ÜLKER markalarının bağlı olduğu Yıldız Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker ile yine Yıldız Holding’in Başkan Yardımcısı Ali Ülker’in de aralarında bulunduğu çok sayıda muhafazakar isim listede yerlerini almış durumda. 285 kişilik CFR Turkey listesinde yer alan bazı isimler ise şöyle; Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Eski Başkanı Durmuş Yılmaz, Doğuş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektörü Ahmet Acar, Kadir Has Üniversitesi Rektörü Mustafa Aydın, Boyner Holding Yönetim Kurulu Başkanı Osman Boyner, Eski Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, Sabancı Holding’den çok sayıda isim, Türk Hava Yolları Eski Başkanı Cem Kozlu, Kale Grubu Şirketleri CEO’su Zeynep Bodur Okyay, ENKA Yönetim Kurulu Başkanı Agah Mehmet Tara, Kültür Eski Bakanı Talat S. Halman, Çelebi Holding Yönetim Kurulu Başkanı Canan Çelebioğlu Tokgöz ve Emre Gönensay ile Nilüfer Göle.
CFR Turkey’in Başkanlığını yürüten Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç’un CFR Turkey’in açılışında yaptığı konuşma ise çok önemli bir detaya işaret ediyor. Konuşması şöyleydi; “Yaklaşık on iki senedir Council on Foreign Relations Uluslararası Danışma Kurulu’nda yer almaktayım. Biz de Türkiye’de kısa, orta, uzun vadede faydalı olacağına inandığımız bu kuruluşu, bazı yakın arkadaşlar ile görüşüp hayata geçirmeye karar verdik. Yaşamın her kademesinden, çeşitli alanlardan seçtiğimiz arkadaşlarla Global İlişkiler Forumu’nu kurduk. Böyle bir kurumun yurtiçi ve yurtdışında saygınlık kazanması için planlı, programlı ve sabırlı bir şekilde hareket etmekteyiz.”
Councel of foreign Relations CFR yani Dış İlişkiler Konseyinin Türkiye ayağı olan Global İlişkiler Forumu’nun(GİF) Başkanı Rahmi Koç, konuşmasında ünlü Siyonist yapılanmanın Türkiye ayağını oluştururken aldıkları yardımı ise şöyle açıklıyor; “GIF’i kurmadan evvel, Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan, Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Sayın Egemen Bağış ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Zafer Çağlayan ile konuyu görüştük ve öncelikle onların icazetlerini aldık.”

Derin Göz

Derin Göz

Dünyayı ekonomik ve siyasal açıdan yönetmek için kurulan ve Siyonizm’in hizmetinde olan CFR’nin Türkiye’deki faaliyetini afişe eden gazetemiz, CFR’nin Türkiye kolu Global İlişkiler Forumu’na ilişkin ilginç bir detaya daha dikkatleri çekiyor: Global İlişkiler Forumu ile İsrail Başkonsolosluğu aynı çatı altında komşuluk yapıyor. Öte yandan Türkiye’nin ekonomik açıdan ABD’ye bağımlılığının devamı için çalışan “CFR Turkey”in kurucuları arasında yer alan isimler de hayli ilginç. Siyonist yapılanmanın Türkiye ayağındaki muhafazakar isimler de oldukça dikkat çekici. ÜLKER markalarının bağlı olduğu Yıldız Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker ile yine Yıldız Holding’in Başkan Yardımcısı Ali Ülker’in de aralarında bulunduğu çok sayıda muhafazakar(!) isim listede yer alıyor. 285 kişilik “CFR Turkey” listesinde yer alan bazı isimler ise şöyle; Doğuş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk, Kadir Has Üniversitesi Rektörü Mustafa Aydın, Sabancı Holding’den çok sayıda isim, Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu eski Başkanı Cem Kozlu, Kale Grubu CEO’su Zeynep Bodur Okyay, ENKA Yönetim Kurulu Başkanı Agah Mehmet Tara, Çelebi Holding Yönetim Kurulu Başkanı Canan Çelebioğlu Tokgöz.
CFR’nin Türkiye şubesinin kurucuları arasında yer alan isimler bu kuruluşun nihai amacını gözler önüne seriyor. Bu isimlerden biri de karanlık bağlantılarıyla öne çıkan eski Kültür Bakanı Talat S. Halman. Talat S. Halman, bir zamanlar, “Refah Partisi ikiye bölünsün, üçe bölünsün, ezilsin, yok edilsin, moleküllere ayrılsın” diyecek kadar küstahlaşmıştı. Kuruluşun, Türkiye ayağında yer alan bir diğer isim ise Hakan Altınay. Yahudi asıllı spekülatör George Soros’un Türkiye’deki kolu olan Açık Toplum Enstitüsü’nün başındaki isim de Hakan Altınay. Soros aynı zamanda Türkiye’de TESEV; Açık Radyo, Açık Site, Bianet, Umut Vakfı, AÇEV, Tarih Vakfı ve Avrupa Hareketi’ne de mali destek verdiği ifade ediliyor.
Siyonizmin dünya üzerindeki en etkin ve karanlık örgütlerinden CFR’nin Türkiye faaliyetlerini yürüttüğü adres, tam anlamıyla “tencere yuvarlandı, kapağını buldu” dedirtiyor. Derin Siyonizm’in hizmetkârı CFR’nin Türkiye kolu Global İlişkiler Forumu, İsrail İstanbul Başkonsolosluğu ile aynı çatı altında bulunuyor. Bu durum, Siyonizm hizmetkârlarının amaç birliği yanında mekan birliği de yapmalarına çarpıcı bir örnek olarak görünüyor.
Talat Sait Halman’ın 30 Nisan 1997 tarihli Milliyet gazetesindeki yazısı, ‘Refahı bölmek’ başlığını taşıyordu. Ona göre Refah’ı iktidardan indirmek ve kapatmak yetmez birkaç parçaya bölmek gerekiyordu. Halman, hazin köşe yazısında, “Hükûmetin (Refah-Yol’u kastediyor) akıbeti ne olursa olsun, RP’nin bölünmesi, parçalanması, ülkemizin siyasi geleceği açısından hayırlı olacaktır” diyordu. Halman hızını alamayarak yazısının sonunda: “Milletçe, okuyalım üfleyelim de, birleşik din cephesi delinsin, bölünsün, parçalansın” temennisinde bulunuyordu. Ne yazık ki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yeniden başlatma kararı aldığı Çankaya Sofrası geleneğinin ilk konuğu olarak da Talat Halman’ı köşkte ağırlamıştı.
Dünyayı ekonomik ve siyasal açıdan yönetmek için kurulan ve Siyonizm’in hizmetinde olan CFR’nin Türkiye’deki faaliyetini afişe eden gazetemiz, CFR’nin Türkiye kolu Global İlişkiler Forumu merkezinin yerini görüntüledi. Türkiye’nin ekonomik açıdan ABD’ye bağımlılığı için çalışan bu kurumun kurucuları arasında yer alan isimler de hayli ilginç. İlginç olan bir diğer husus da Global İlişkiler Forumu ile İsrail Başkonsolosluğu’nun aynı çatı altında olması.
Kurucular arasında yer alan bir diğer isim ise Hakan Altınay. Macar asıllı ABD’li finans spekülatörü ve Yahudi girişimci George Soros’un Türkiye’deki ayağı olan Açık Toplum Enstitüsü’nün başındaki isim de Hakan Altınay. Uluslararası düzeyde açık toplumu hedefleyen enstitü, sivil toplum örgütlerinin, uluslararası kurumların ve hükümet temsilcilerinin bir araya geldiği geniş katılımlı bir açık toplum ağı oluşturmayı amaçlıyor. Yahudi çıkarlarını koruyan enstitü aynı zamanda 1984 yılından beri faaliyet gösteriyor… Soros aynı zamanda Türkiye’de TESEV; Açık Radyo, Açık Site, Bianet, Umut Vakfı, AÇEV, Tarih Vakfı ve Avrupa Hareketi’ne de mali destek veriyor. Gürcistan ve Ukrayna’daki devrimleri Soros’un finanse ettiği de bir başka ayrıntı.
(M. Mustafa Uzun)

Gülün Ne İşi Var
CFR Abdullah Gül
Gülün Ne İşi Var

CFR Abdullah Gül
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 24 Eylül’de New York’da CFR (Dış İlişkiler Konseyi) adlı örgütün yuvarlak masasındaydı. Ve bu gizli, masonik, dünyayı işgal amacı güden Siyonist oluşumun toplantılarına 3. kez katıldı. 1997 de katıldığı toplantıda CFR’nin konusu Refah Partisi idi. Bu toplantı sonrası Refah Partisi içinden AKP doğacaktı. Nisan 2001 ‘de Abdullah Gül yine masadaydı. Bu toplantıdan sonra AKP iktidara çıkacaktı. AKP sahneye çıkmadan önce yollardaki taşlar CHP ve MHP’ye temizletilecek, bunun için özel bir görevli Kemal Derviş Türkiye’ye gönderilecekti. Ve 9 yıl sonra Abdullah Gül, Türkiye’nin tarihi virajında yine CFR masasına oturdu. Görüşmeler Gizli olduğu için, toplantı konusu hakkında Türk milletine bir açıklama yapılmadı. (Banu Avar, 2010)

1984

Merhaba kaynatasızlar, okuyun.

George Orwell’ın 1984 romanını bilirsiniz, ismi 1984 olan bu roman 1947-48 yıllarında Orwell tarafından yazılmış ve hem bugünü, hem geleceği anlatmıştır, 65 yıl öncesinden yani. Nişantaşı’nda bir dilim limonlu keke 20 lira ödeyebildiğini insanlara duyurma gayretinde olan ve bu ispat çabasını siktiğim at ağızlı Selinsu’nun “abi çok iyi yaa” yorumu yaptığı bu kitap, aslında üzerinde çok ama çok fazla “düşünülmesi” gereken bir kitaptır.


Orwell’ın kendisi eski bir komünisttir, ardından da bir süre öyle görünmeye çalışmıştır. Okumayanlar için çok kısa bir özet geçeyim,  1984’te (kitapta yani) karanlık bir gelecek anlatılır ve insanları gözetleyen kameralardan tut, sürekli birbirine benzeyen aptal şarkıların belirli bir grup tarafından yazılıp popüler edilmesine, insanların konuşma dilindeki kelime sayısının sürekli azaltılmasına ve insanların daha hangi başka yollarla uyutulup kandırıldığına dair bir çok detay bilgiyi içinde barındırır. Zaten Selinsu’yu şaşırtan da tüm bunların daha o yıllarda tahmin edilmesidir. 1984 romanında komünist bir dünya vardır ve bu komünist dünya 3 büyük devlete bölünmüştür. Şu an nasıl ki 200’ün üzerinde ülke varsa dünyada, Orwell’ın romanında da dünya üzerinde 3 ülke vardır. Bu ülkeler Amerika kıtasını sembolize eden  Okyanusya, Avrupa ve Asya’nın bir kısmını sembolize eden Avrasya ve Uzakdoğu’yu sembolize eden Doğuasya'dır.


Orwell’ın bu dünyası, “tek dünya devleti”ne geçiş sürecinde olan bir dünyayı anlatır, yani komünistten ziyade "sosyalist" dünyayı anlatır desek daha doğru olur bu açıdan. Şimdi kitaptan çık, gerçek tarihe gel: 1973 yılında David Rockefeller ve Brzezinski “Trilateral Komisyon”u kurar. Rockefeller ailesi şu an “dünya baronu” denilen ailelerden biri olup, dünyadaki petrol ve bankacılık pazarına önemli ölçüde sahip olan pagan inançlı bir ailedir: Brzezinski ise yıllardır bu güruhun akıl hocalığını yapan adamlardan birisidir, öyle ki en son Arap Baharı’nın tasarımcılarından birisi de Brzezinski’dir.


Trilateral Komisyon, tek dünya devleti uğruna çalışan dünya baronlarının kurduğu onlarca alt teşkilattan birisidir. İsmindeki “Tri”den de anlayacağınız üzere bu yapılanma “üç” ayaklıdır. Trilateral Komisyon; New York Borsası, Londra Borsası ve Tokyo Borsası’dır. Dünya baronları dünyayı üç ana pazara ayırır: Amerika, Avrupa (+ uzantısı olan bir kısım Asya) ve Uzakdoğu.


1973'te kurulan Trilateral Komisyon ile 1948'te yazılan 1984 kitabı aynı sınırları çizmiş ve aynı oluşumdan bahsetmiştir.


Zira Orwell kitabında bize semboller vasıtasıyla gelecekteki planı anlatır. Dünya yıllar öncesinden üç pazara bölünmüştür, tıpkı Orwell’ın sınırlarını eliyle göstererek böldüğü gibi. Dünya insanlarını kontrol altında tutma planı bir grup tarafından tasarlanmıştır, tıpkı Orwell’ın anlattığı gibi. Dünya insanlarının %85’i sefil, %14,999’u orta halli, geri kalan çok ufak azınlığı müthiş servet sahibi olacaktır, tıpkı Orwell’ın yazdığı gibi. Ve en kötüsü, bu gerizekalı %99,999 mutlu olduğuna inanacaktır. Tıpkı Orwell’ın bizi uyardığı gibi.


Yeni Dünya Düzeni diye duyurulan tek dünya devleti ne kapitalist olacak, ne de Marx’ın anlattığı şekilde komünist, zira ikisi de yetersiz. Tek dünya devleti kapitalizm ve komünizmin kırması olacak ve bu karışım daha çok komünizm ağırlıklı olacak. Orwell, bilgi sahibi içeriden bir ajan olarak (entel deyimiyle "insider") insanları uyarmaya çalışmıştır.


Orwell komünist olarak bilinir fakat bir komünistin 1984 gibi bir kitap yazması takdir edersiniz ki imkansızdır. George Orwell bir yere kadar belki de samimi bir komünistti, fakat o da bir “insan”dı ve dönen dolabı fark etti. Çürük çarık devam eden kapitalizmin panzehri diye sunulan komünizmin nasıl bir yanlış ve önceden tasarlanmış bir plan olduğunu anlattı. Komünizme bir geçiş aşaması olan sosyalizmin hem dayatmacılığını, hem de bir proje oluşunu sana anlattı.


James Bond’un yaratıcısı Ian Fleming, Eyes Wide Shut’ı çeken Kubrick, 1984’ü yazan George Orwell, hepsi bu işin içinde yer sahibi olup, dönen dolabı fark eden ve insanları basın/medya yoluyla uyarmaya çalışan insanlardı. Seslerini duyurdular zira bir seçim hakkın ve kendi kapasitende etki yaratma hakkın daima vardır bu hayatta.


Karşısında saygı duruşuna geçeceğin trilyonerler var ya, onlar tuvalette götünü silerken göt kılları arasına yapışan o tuvalet kağıdı parçasını eliyle koparan adamlar olum.  Ufacık bir iç hesaplaşmada makamından olan bakanlar, kodese giren euro milyarderi işadamları varken, sen görmüyor musun kimsenin bu dünyada mutlak hakim olamayacağını? Bu plan sahipleri de mutlak hakim değil.


Bir şeyleri değiştirme şansın ve seçim yapabilme hakkın daima var.


Allah’tan başka kimse mutlak hakim değil bu dünyada. Allah’a inanmıyorsan da şunu unutma, hiçbir yaratık bu hayatın mutlak hakimi olamaz.


Bu arada birtakım notlarım olacak, isteyen kurcalasın:


Brzezinski’nin “Between Two Ages” adlı kitabından kesitler:





Kapitalist zannedilen Brzezinski şunları söyler bu kitapta: “Marxism çağdaş anlayışa en uygun öngörüdür” ve bununla da yetinmez, komünizmi sık sık over.







"Gelişmiş milletler hedefi, tek dünya hükümeti hedefinden daha az tutkulu olsa da daha ulaşılabilirdir." Özetle; burada nihai hedefinin tek dünya hükümeti olduğunu, fakat pratikte bunun zor olduğunu söylüyor. Plan da bunun aşama aşama olacağı doğrultusunda zaten.




"Batı Avrupa, Japonlar ve Amerika'nın ortak bir hedefle bir araya gelmesi, küresel işbirliği açısından çok isabetli olur" diyor Brzezinski. Kendisi Orwell ile aynı şekilde 3 pazara bölüyor dünyayı ve bunun küreselleşme açısından ne kadar iyi olacağını dayatıyor bu kitabı ders kitabı olarak okullarda okuyan öğrencilerine. Ayrıca "küreselleşme", emperyalizmin yeni ismidir, bu kavramları unutmayın ve ayık olun.


Not 2: David Rockefeller’ın “Memoirs” (hatıralar) kitabından bir kesit:





Hürmetli David Rockefeller hazretleri burada kendisine karşı gelenlere laf sokuyor ve; “Eğer tek dünya devleti için uğraşmak suçsa, evet suçluyum” diyor açık yüreklilikle.


Bu arada bir tüyo vereyim size... Komünist arkadaşlarınıza David Rockefeller'ın pis bir kapitalist olduğunu söylerseniz size hak verip desteklerler, fakat David Rockefeller ile Brzezinski'nin kol kola Trilateral Komisyon'u kurduğunu ve Brzezinski'nin gayet de komünizme sıcak bakan birisi olduğunu söylerseniz size error verirler. Onlar tıpkı Saadet Partili militanlar gibi aynısının tam zıttını destekleyen arkadaşlardır, pek bir fark yok aralarında, yön farkı var sadece. 


Ve en son not:




Ben olayları ve metinleri okumaya çalışan bir adamım, düşünüyorum ve amacım sizi de düşünmeye teşvik etmek. Siz de aynı yeteneklere sahipsiniz ve yanıldığımı düşünüyorsanız bana “yanlışsın ÇÜNKÜ şu yüzden” deyin, bu sayede ben de üzerinde düşüneyim, yanlışsam geri adım atayım, ama laf kalabalığı edeceksen senin kayınbiraderini sikeyim boş beleş orospu evladı.


Bu yazı daha detaylı ve açıklandırılmış şekilde gelecek inşallah, ama vakit bulamıyorum. Ben de hayat mücadelesine karışan bir adamım amına koyim. 2011'de ne güzel peşpeşe yazıyodum di mi ehehe, hayatım o zamanki gibi değil işte amına koyim, ondan olmuyo. Bir ara içimi dökecem kaynatasız. Hadi eyvallah.